Ayfer Karakaş’ın “Tanrı Lekesi” adlı şiir kitabı seslenişlerle dolu bir kitap. Şairin meselesini “insan” olarak tanım...

Ayfer Karakaş’ın “Tanrı Lekesi” adlı şiir kitabı seslenişlerle dolu bir kitap. Şairin meselesini “insan” olarak tanımlayan Karakaş, bütünsellik açısından kitaba özen gösterdiğini kaydetti Ayfer Karakaş’ın Klaros Yayınları’ndan çıkan şiir kitabı “Tanrı Lekesi” varoluşsal kavramları sorgulamakla beraber bir şairin seselenişini de içeriyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne de dikkat çeken Karakaş, kadınların toplumsal hayatta yaşadığı zorlukları da şiirine taşıyor. Karakaş, “Saydıkça içimizi acıtan ve toplumumuzda kadını değersizleştiren gerçekler bunlar. Her biri ayrı bir düğüm. Bu düğümün çözülmesi, sadece devlet eliyle mümkün bir şey de değil. Egemen iktidar, ne kadar yasal önlemler konusunda adım atsa da, ki bunun yapıldığı da söylenemez, toplum nezdinde caydırıcılığın soyut birtakım kanunlarla sağlanamadığına her gün şahit oluyoruz. İnsan düşünce yapısının değişmesi öncelenmeli” diyor. Karakaş’ın şiirine ve tanıklığına kulak veriyoruzTanrı Lekesi” kitabınız ayrı ayrı şiirlerden oluşmakla beraber bende “meselesi” aynı olan bir bütünsellik hissi yarattı. Sesleniş unsuru bu duyguyu vermekte. Kitap önünüze geldiğinde içinizdeki bu seslenme hali tamamlanmış mıydı? Şairin meselesi ortadadır, kanımca, yani insan… İnsan, elbette sayılamayacak kadar niteliği, kimliği, duyguyu, duyarlılığı ruhunda barından koca bir evren. Benim bu kitapta vurguladığım aşk, kadına şiddet, savaşlar, etik değerler… Bunlar sadece bu evrenden çekebildiğim birkaç örneklem, o kadar. Elbette söyleyecek çok şey var. Yıllardır birçok yazar, şair, ressam…vs sanatçı kişisinin ortaya koymaya çalıştığı. Ben de tarafsız değilim elbette, kartımı hep insanlıktan yana açma gayretinde oldum. Tanrı Lekesi’nde bütünselliği oluşturmak adına şiir tercihlerimi de buna göre yaptım. Sesleniş unsurum açık, diye düşünüyorum. Yani evet, kitabı elime aldığımda bahsettiğiniz “tamamlanmışlığı” soludum. Kitaba “Tanrı Lekesi” adı yakışıyor ancak en çok “Sayıklamalar” şiiri konuşuyor sanki. Adıyla da içeriğiyle de… Olmamışlığın ukdesi de diyebilirim. Sayıklama istemsizliği ifade eden bir kavram. Sayıklamaları da kayda almak size ağır gelmedi mi? Sayıklama bir tutarsızlık, bir çelişki taşır bilindiği üzere. Bu şiir, 2017 tarihlidir. O dönemdeki süreçlerimden elbette bahsetmeyeceğim. Bu şiir de o zaman dilimi itibariyle iç dünyamın izinin sürülebileceği bir şiirdir. Bir bakıma kendimi ele veriyorum. Okura şiiri emanet ederken, kendi süreçlerimi de açıyorum. Bunu söylemekte beis görmüyorum nitekim her şiir, şairinin bir nevi aynası ve tanığıdır. Siz istemsizlik olarak değerlendirmişsiniz, katılıyorum. Şiirde bir istemsizlik hali olabiliyor kimi zaman, belki bir ritüeli yaşama hali. İnsana dair her şeyin kaydı, M.Ö 3200’li yıllardan beri yapılıyor zaten. Dizelerim, bir tür irade dışılığımın da şahididir. Ukdem yok, bilinsin isterim. Ve fakat olmanın sakıncalılığına inanan biri olarak olmamışlığın safındayım. OLASILIK İNANCIMIZI DİRİ TUTAN ŞEYDİ Eğer yanlış saymadıysam 30’dan fazla koşul kipi saydım. “Janus” şiiri bu oranı artıran bir şiir. Bu şiiri koşulsuz yazmayı denediniz mi? –se –sa’nın olmadığı halin olmuşluğu… Janus şiiri, kaygan bir olasılık zemininin yansıması. Gerçekleşmesini istediklerimiz, hep bir adım ötemizdedir ve hep bir itkiye muhtaçtır. -Burada “itki” yi fizik açısından kullanıyorum.- Koşulsuz yazmayı denemedim, belki denemem lazım. Birkaç dizeyi burada geçmiş zaman hikayesine çekimleyerek başlayabilirim. “ayakların geldi varmak çarptı/ bir yatılı okullu ev koktu/ bir anne evlat güldü/ eşikte yan yana oldu ayakkabılar”… Böyle bakıldığında “olasılık” temeli daha estetik, şiirsellik bakımından. Estetiklik de aslında hedeflediğim bir unsur değildi bu şiirde. Belki olasılık, daha güzele ve daha insani olana olan inancımızı diri tutan şeydi. Ve son olarak “olmak sakıncalıdır”… diyorum.Janus”tan devam etmek istiyorum. Yüzü her iki tarafa bakan iki yüzlü bir Roma tanrısından adını alan bu şiirde sesleniş daha çok insani duruyor. Görkemli bir ad verdiğiniz şiirdeki olmamışlıkların insandan beklenen olgular olması şiirdeki seslenişin mertebesini belirlemekte eksik kalıyor gibi geldi bize. Siz ne dersiniz? Janus kavramına siz de değinmişsiniz fakat ben biraz daha açmak istiyorum, şiirin neliğinin daha iyi anlaşılması açısından. Janus, geçmişi ve geleceği görebilen bir tanrı esasında. Bir aşamadan yeni bir aşamaya geçişi de temsil eder. Bu Roma tanrısının bir yüzü genç diğer yüzü ihtiyar bir ifade de taşır. Bunların yanı sıra çirkin olandan güzel olana, durağan olandan devinim haline… gibi zıt kavramların bütünselliğine de işaret eder. Ben burada bir eklektik felsefe de buldum her zaman. İşte şiirde geçen seslendiğim öznenin sesiyle, gözleriyle, elleriyle… gelişi bir başlangıç diğer eylemlerin olabilmesi için. Örneğin “rıhtımın kalabalıklaşması, kaportacının dinlenmesi, yatılı okullunun ev kokması” için… Seslenişim insana dönük, doğru. Bahsettiğim  ve sizin deyiminizle bu “olmamışlıklar”ı mümkün kılacak olan da elbette insan. Çünkü meselemiz insan… Bu şiirde örneğin “bir çocuk ekmekle dönse evine/ ucunu ısırıp/ kapanırdı yırtığı yüreğimizin” dizelerinde Berkin Elvan’ı ve onun o çocuk masumiyetini hatırlatmak istedim. Bu ne kadar bu şekilde anlaşıldı, hiç bilemeyeceğim sanırım.Kamuflaj” şiirinde “çokça leke yuttuğumdandır/ içinde olmak yükümlülüğü/ bağışla beni mavim!/ bana bulaşan erime içgüdüsünden bütün sıskalığım.” diyorsunuz. Kitabın adına bizi daha yakınlaştıran bu dizelerde “leke” yi daha görünür kılmayı neden tercih etmediniz? Yani leke yutuluyor ama zeminde tarif edilmiyor…Leke” , benim sıklıkla tercih ettiğim bir sözcük. “hıçkırık lekesi”, “öpücük lekesi”… Kitabın ismi bile Tanrı Lekesi. “Kamuflaj” da “leke”nin etrafında çok döndüm, çağrışımlar aracılığıyla tarif de ettim aslında. “ürkmüş ücralarım, pamuk sarma inceliğim, zırhım, sıskalığım”… vs. Yuttuğum lekeler, bu ifadelerde aranabilir. Şiirin bütününe bakıldığında daha deşilip derinleştirilebilir de. KADIN SANATÇILARIN TAVRI ÖNEMLİİstila” şiiriniz –şiddete uğramış ve öldürülmüş tüm kadınlar için- ifadesiyle başlıyor. Şiirde düğümü çözemeyen devlet dahil bir tasvir söz konusu. Kadına şiddet konusunun kadın sanatçılar tarafından tarif ve tasvir edilmesinin çoğalması toplumsal- yönetimsel karşılığı konusunda izlenimleriniz neler? Aile içi şiddet, kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, çocuk gelinler, mahalle baskısı, çalışma hayatında dayatılan erkek önceliği hiyerarşisi… Saydıkça içimizi acıtan ve toplumumuzda kadını değersizleştiren gerçekler bunlar. Her biri ayrı bir düğüm. Bu düğümün çözülmesi, sadece devlet eliyle mümkün bir şey de değil. Egemen iktidar, ne kadar yasal önlemler konusunda adım atsa da, ki bunun yapıldığı da söylenemez, toplum nezdinde caydırıcılığın soyut birtakım kanunlarla sağlanamadığına her gün şahit oluyoruz. İnsan düşünce yapısının değişmesi öncelenmeli. Bu, kadın-erkek eşitliğinin odağa alınmasıyla olabilir. Küçük yaşlardan itibaren”paşa, prens, küçük adam…vs” gibi söyleyişlerle erkek çocuklarına bir üstün kimlik dikte ediliyor. Anne-babaların tutumu da çok belirleyici bu açıdan. Kadın sorunları, ülkemizdeki temel sorunlardan biri. Bunu kimse yadsıyamaz. Kadın sanatçıların, bu sorunlara tavrı da çok önemli. Hemcinsine karşı duyarlı olmayan bir kadın sanatçı düşünemiyorum. Kadın meclislerinde kadın şairlerin, yazarların, ressamların, tiyatrocu ve sinemacıların olduğunu biliyoruz. Gerektiğinde sokağa inen, örgütlenebilen, sesini yükselten kadın sanatçılar bunlar. Daha da çoğalmak adına, hepsine minnettarım. TANINMAMAK YERSİZ YURTSUZLUĞUMUZDURBumerang” kitapta en coşkulu ve sesi yüksek şiirlerden. Ardından gelen “Emanetçi” şiirindeki “haydi kır camı/ söz, şikayet etmeyeceğim” dizeleri şiirdeki coşkunun devamı gibi. Kitapta genel olarak şiirler arasında nasıl bir bağ kurduğunuzdan söz eder misiniz? Tanrı Lekesi’nin dosya halini olgunlaştırma aşamasında yaptığım şiir tercihleri önemliydi. Bütünsellik olarak düşünüldüğünde bir ırmak şiir değiller elbette. Birbirinden bağımsız fakat bir yönüyle ucunu ucuna ulayabildiğim şiirlerdir. Örneğin “Bumerang” şiirinde “bombaların düştüğünü de biliyorum oysa” derken, bir sonraki şiir olan “Emanetçi” de “hiroşima’da kan, gövde, tuz” diyorum. Bu eklemlemeyi yapabilmek için mevcut şiirlere dair ciddi bir okuma söz konusu. Her iki şiir özelinde lirizmi korumak istedim. Dokunmak için dizelerimle uzandığım okuyucuda bir duygu dalgalanması, bir yürek kıpırtısı, bir anlama telaşı… Bir de değinmeden geçemeyeceğim. Şiirde gördüğümüzde şairini anımsatan sözcükler vardır. Bazıları balkonu, bazıları işçiyi, bazıları kan kırmızı…vs. Daha önce beni çağrıştıran bir sözcük olmalı gibi bir kaygı taşımadım elbette. Şimdi de böyle bir dert sahibi değilim. Belki tanınmamak, yersiz yurtsuzluğumuzdur. Bu yersizliğimizdir biraz da bizi var kılan.