Ahmed Arif, kuşkusuz modern Türk şiirinin en önemli isimlerinden. Cemal Süreya da, onun kadar çizgi dışı bir şair ve düşünce insanıydı. Arif’in Süreya’ya yazdığı mektupları konuşacağız…

Ahmed Arif, kuşkusuz modern Türk şiirinin en önemli isimlerinden. Cemal Süreya da, onun kadar çizgi dışı bir şair ve düşünce insanıydı. Arif’in Süreya’ya yazdığı mektupları konuşacağız… Cemal Süreya, Ahmed Arif’ten önce aramızdan ayrıldı (9 Ocak 1990). Ahmed Arif yakın dostundan bir buçuk yıl sonra (2 Haziran 1991) vefat etti. Korsan baskısı sayılmayan, gerçek baskı sayısıyla bile dünyanın en çok basılan şiir kitapları arasına giren “Hasretinden Prangalar Eskittim” 1968 yılında ilk defa okuyucuyla buluşur. Cemal Süreya’nın bu kitaba giren o nefis “Ahmed Arif” yazısı da 1969’da Papirüs Dergisi’nde yer alır. Ahmed Arif üstüne yazılmış en çarpıcı yazıdır dersem Yılmaz Odabaşı, Yılmaz Erdoğan ve Hayri Keko Yetik’e haksızlık mı etmiş olurum? Neyse, deyiverdim işte… Ne diyordum? Ahmed Arif’in Süreya’ya yazdığı mektuplar ise ikisi de bu dünyada yokken yayımlandı. 1992’de Kaynak Yayınları tarafından basılan mektuplar nedense 26 yıl boyunca ikinci baskıyı görmedi. Herhalde demini bekliyordu. Ahmed Arif ile Cemal Süreya’yı sosyal medyadan ve posterli kültür-sanat dergilerinden tanıyan kuşakların merakının kamçılanması gerekti. Alaca Yayınları’nın yeniden okuyucuyla buluşturduğu kitap bendeki baskıya göre (Kasım 2019) üç defa basılmış. Demek ki has şiir ve has şair mutlaka karşımıza çıkar. Gelelim kitaptaki yeniliklere ve güzelliklere. Yayınevinin önsözündeki şu paragraf sayfayı hızla çevirmeme sebep. Şöyle yazılı: “Cemal Süreya’ya Mektuplar’ın ilk baskısını koruduğumuzu ve Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim’in ilk baskısında bulunmasını istediği ancak mektuplarda da okuyacağımız üzere bir engelle karşılaşmasından dolayı kitabında yer veremediği Fikret Otyam’ın yazısını, önsöz olarak bu kitapta yer veriyoruz.” NİHAYET OTYAM’IN YAZISI BASILDI Fikret Otyam’la Ahmed Arif’in bu kitabî buluşmasını okumak için sayfaları çeviriyorum. Başlık şöyle: “Dolu Yüreğin Hıncı” Bir Ozan: Ahmed Arif. Fikret Otyam, ressamlığı, yazarlığı bir yana Türk gazeteciliğinde de önemli isimlerinden. 1950’lerden 1970’lere adeta köy köy gezmiş bir isim. Bu gezmelerinde Ahmed Arif’le toplumun buluşmalarına da değindikten sonra şunları aktarıyor: “Ahmed Arif’in şiirleri soylu halk türküleri ağıtlar gibi, keskin, acı ve namusludur. Bunları, yani Ahmed Arif’in şiirlerini, dinleyenlere bakışımdır köyde, odalarda, obalarda en ufak bir yadırgama görmemişimdir. Halk, iyi bir türkü dinlermiş gibi, kendi sesini, kendi acı burukluğunu, zaman zaman çaresizliğini ve zaman zaman yaşama sevincini, karşı koyma ve dayatma gücünü, o soylu umudunu bulmada bu şiirlerde. Onun için işçisiyle, köylüsüyle halk, asla yadırgamaz Ahmed’i. (…) Doğduğu topraklara ve o toprakların halkına, yiğit ve namuslu insanlara yürekten vurgundur, Ahmed Arif. O’nun asıl mesleği vatanseverliktir. Bunda ustadır da.” Bu iki alıntının devamında Arif’in dosta-düşmana nasıl baktığı, evinde neler yaptığıyla ilgili notlar var. “Yürür namus bildiği yolda” der, Fikret Otyam. (Aslında Otyam ve Ahmed Arif’in bir başka buluşması “Kara Çarşaflı Gelin” filmindedir. Çoğu araştırmacının gözünden kaçar. Otyam’ın araştırmalarından, röportajlarından destek alan senarist Vedat Türkali, filmin girişinde Ahmed Arif’in “33 Kurşun” şiirine de yer verir.) Arif’in Süreya’ya mektupları da aslında iki şairin üretim sürecini takip etme açısından çok zengin. Örneğin Süreya’nın “İki Kalp” şiirine dair şunları yazar Arif: Ancak mektubunla yaramı büsbütün azdırdın. “İki kalp arasında en kısa yolun uzatılmış bşr kılıç olduğu çağlarda yaşasaydık” diyorsun. “Benim için ne yapacaktın bu bir sorudur.” Sen işi bu kerteye getirdikten sonra ben sana ne diyebilirim ki…, “Kırar boynumu yürürüm”. (s. 26) Yayıncının notu dikkat çekici. 1988’de  yayımlanan “İki Kalp” şiirinden bir bölüm: “İki kalp arasında en kısa yol:/Birbirine uzanmış ve zaman zaman/Ancak parmak uçlarıyla değebilen/iki kol” ‘ÇIĞLA AYNI SOYDANIZ’ Pek tabii yayın dünyası, dergiler, yazarlar da mektuplara konu olur. Özellikle Süreya’nın dergi ve yayınevleriyle ilişkisi, Ahmed Arif’ten beklentileri…Arif’in hitapları çok samimi, sıcak. “Cemo kurban”, “Cemo Baboş” bunlardan ikisi. Şöyle diyor bir mektupta da: Cemo Baboş, Al sana bir tomar daha! Kitabın biyografi bölümünü 80 sayfada sınırlamasan daha iyi olmaz mı? Böylece biraz olsun ferah çalışır ve imkân ölçüsünde ilginç olaylara değinme fırsatına kavuşursun sanıyorum. Mesela benim düzyazılarımdan hiç örnek vermeyiver (…). (s. 89) Kimi yerde mektuplar bir şiire dönüşür. Şiirin şahdamarından beslenen bir dostluğa yakışan mektuplardır: Biz dağlılar, gök gürültüsü, “Gurgur Baba” ve çığla aynı soydanız. (…) Beş altı yaşında iken bazı türküler, daha doğrusu türkülerde nazı mısralar beni sarhoş edecek kadar sardı. “Bacısı güzele kardaş olaydım”, “Çayın öte yüzünde- ceylan oynar düzünde”, “Ben seni gizli sevdim. Bilemedim ‘Mem duyar!” SONSÖZ CEMAL SÜREYA’NIN Herhalde sonsözü mektuplardan değil de Cemal Süreya’dan almak gerekir: Cesareti söylüyor Ahmed Arif. Yiğitliği. Bir pınar gibi, bir yer altı suyu gibi, bir tipi gibi. “Dostuna yarasını gösterir gibi”, Yücelerde yıllanmış katar katar karın içinde yürüyor yalnayak ve ayakları yanarak. NOT: Kitabı hediye ederek beni bu edebiyat olayından haberdar eden meslektaşım Adem Nakçı’ya teşekkür ederim.