Efe geleneğinin ve Türk Kurtuluş Savaşı’nda Ege’nin özgürlüğüne kavuşmasında önemli rol oynayan isimlerinden Yörük Ali Efe’nin 1945 yılında kaleme aldığı ve hayatını yazdığı esere yazarımız ve muhabir...

Efe geleneğinin ve Türk Kurtuluş Savaşı’nda Ege’nin özgürlüğüne kavuşmasında önemli rol oynayan isimlerinden Yörük Ali Efe’nin 1945 yılında kaleme aldığı ve hayatını yazdığı esere yazarımız ve muhabirimiz Mazlum Vesek ulaştı. Vesek, tarihi değerdeki belgeyi ve dönemin olaylarını Ege Telgraf okurları için kaleme aldı Yörük Ali Efe, Türk Kurtuluş Savaşı’nın “Kuvayı Milliye” evresi ve sonrası döneminde özellikle Ege’de ciddi katkıları olmuş tarihi bir kişilik. Farklı kaynaklarda ve pek tabii müzelerde bugüne kadar hakkında çok şey yazıldı ve sergilendi. Ancak, Orhan Kemal Müzesi’nde bulduğumuz bir belge, Anadolu’da kahramanlığıyla tanınan bu kişinin hayatı ve yaşadığı dönemle ilgili birçok yeni bilgiye ulaşmamızı sağlıyor. Ege Telgraf olarak bu belgeyi duyurmayı bir gazetecilik görevi sayıyoruz. Elimizdeki belge, Yörük Ali Efe’nin hayatına dair kendi kaleminden çıkan bir daktilo metni. Yazıldığı tarih 22 Aralık 1945. Efe, ilginç bir kompozisyonla hayatını kaleme almış. Maddeler halinde yazılan metin, 28’inci maddede son buluyor. Olaylar sıralı değil. Efe, bir maddede kısmen söz açtığı konuya geri dönebiliyor. Elimizdeki yaşam hikayesi 28 soruya verilmiş bir cevaplar dizisini de andırıyor. Sanki sorular silinmiş de cevaplar geriye kalmış. Ancak, daktiloya Efe’nin kendisi mi yoksa başkası mı geçirmiş, bu konuda elimizde bir bilgi yok. Notlar yazıldığında Efe’nin Buca’da ikamet ettiğini kendi anlatımından okuyoruz. Ayrıca, Aydın’ın kurtuluşu, Büyük Taarruz’a doğru giderken yapılan yazışmalar da ayrıca belgenin içinde yer alıyor. Efe’nin hayat hikayesinde önemli bulduğumuz noktaları buraya aktaracağız ama öncesinde bu ilginç hayat hikayesinin yazılı olduğu belgenin Orhan Kemal Müzesi’ne nasıl ulaştığına dair bilgileri buraya aktarmakta yarar görüyoruz. Anlatacaklarımız Milli Mücadele tarihi kadar Türkiye sinema tarihi açısından önemli bilgiler içeriyor. YASAKLANAN BİR SENARYONUN HİKÂYESİ Yörük Ali Efe 1951 yılında vefat eder. Efe’nin aynı zamanda öykü yazarı da olan oğlu Cengiz Yörük, Türk edebiyatının usta ismi Orhan Kemal’le irtibata geçer. Aile, Efe’nin hayatının filme alınmasını ister. 1953 yılında yapılan Orhan Kemal-Cengiz Yörük mektuplaşmalarına baktığımızda ailenin bu işi çok önemsediği görülmektedir. Yörük, Orhan Kemal’e 23 Ekim 1953’te yazdığı mektupta şu notu yazar: “Bütün kardeşlerim size karşı ayrı ayrı, sevgi ve saygı beslemekteler. Şirket kurduğumuz takdirde, beraberiz.” Dönem, 1950’lerdir. Anadolu’nun her tarafına elektrik ulaşmaya başlamıştır. Bununa birlikte yazlık-kışlık sinemaların da yurt sathında çoğaldığı bir dönemdeyiz. Dolayısıyla birçok tüccarın bile sinemaya yatırım yapmak için İstanbul’a hamle etmesi söz konusudur. Ailenin bir film şirketi kurmak istediğini ve Yörük Ali Efe filmiyle çıkış yapmak istediği anlaşılmaktadır. Sonraki mektuplaşmalarda Orhan Kemal, Yörük’e şunları yazar: “Şirkette benim rolüm, senaryo ve sair teknik hususların temin ve idaresi mahiyetinde olacak.” Devamında Cengiz Yörük’e cevaben film şirketi kurmanın koşulları üzerine bilgi verir. Orhan Kemal, 23 Kasım 1953 tarihli mektupta ise Yörük’ten Aydın’la ilgili bazı bilgiler ister. “Aydın İstasyonu 1914 yılındaki halini muhafaza ediyor mu? Etmiyorsa eden kısımları var mı? (…)  1914 senesinde Hürriyet ve İtilaf Fırkası binası şu anda duruyor mu? Bu fırkanın Aydın reisinin ismi ne? Bu fırka, İttihat ve Terakki Fırkası’nın temsil ettiği milliyetçiliğe muhalif olduğuna göre, Aydın’ın Yunanlılar tarafından işgal edildiği günlerde bilhassa kimler halka söz söylemişti? İsimleri kabilse... Hatta meslekleri…” Sorular uzar gider. Yörük ve Kemal arasındaki yazışmalar meselenin ciddiye alındığı, heyecanla kolların sıvandığı anlaşılıyor. Senaryonun Ankara’da sansürden geçmesi yönünde de Orhan Kemal’den öneriler gelir. Yazışmalarda bir rejisörden söz edilir; ama maalesef açık bir isim belirtilmez. Sonuçta senaryo yazılır; ama sansürden geçmez. Orhan Kemal, İstanbul’a geleli üç yıldan az bir zaman olmuştur. Adana’da politik nedenlerle birçok kez işten çıkarılan, farklı baskılara maruz kalan yazarın adı sakıncalılar arasındadır. Yeni yeni canlanan sinema alanında sadece o değil, senaryo yazan başka “Komünistler” de adını değiştirerek imza atar (Örnekse Yaşar Kemal- Yusuf Karatay, Abdülkadir Pirhasan-Vedat Türkali). O dönemin sansür kurulu (ki sansürümüz 1939’da İtalya’da yazılan faşist Mussolini döneminin sansür yasasını olduğu gibi uygulamaktadır) hangi gerekçeyle senaryoyu reddeder, tartışılır; ama İstanbul’a yeni gelen Mehmet Raşit Öğütçü’nün (Orhan Kemal) adı yasağın konulmasında etkili olmuştur. Orhan Kemal, kendi ifadesine göre 300’den fazla senaryo yazmıştır; ancak bunların çok azına imza atabilmiştir. Kimi kez yasaktan kimi kez gönlünce yazamamış olmasından. Bu arada Türk filmleri sözlüğünde 1965 yılında “Dağlar Bizimdir-Yörük Efe” adına çekilen bir film kayıtlıdır. Ancak, bu filmin Orhan Kemal’in yazdığı senaryoyla hiçbir ilgisi yoktur. Künyede pehlivan tefrikası, eşkıya hayatı yazmakla meşhur gazeteci Murat Sertoğlu’nun eseri yazmış olduğunu okuruz. Reji ve senaryoda yönetmen Nejat Saydam’ın imzası vardır. Filmin, Yörük Ali Efe’nin ailesiyle bir bağı olup olmadığına dair bir bilgiye rastlamadık. Orhan Kemal’in senaryosunda, birazdan ele alacağımız Efe’nin kendi kaleminden çıkan hayatına uygun bir şekilde hareket ettiği görülüyor. 1965’te çekilen film çok başka bir mecrada akıyor. Kemal’in yazdığı Yörük Ali Efe senaryosu 2003 yılına kadar kamuoyuyla hiçbir şekilde buluşmaz. Efe’nin oğlu Cengiz Yörük aile arşivinde yazılı olan senaryoyu Orhan Kemal Müzesi’ne armağan eder. Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü de “Senaryo Tekniği ve Senaryolar” kitabını bir kez daha baskıya hazırlar ve “Yörük Ali Efe” senaryosunu da kitaba ekler. Böylelikle senaryoyu okuma şansı bulmuş olduk. İşte bütün bu koşturmaca içinde Yörük Ali Efe’nin hayat hikayesi Orhan Kemal’e teslim edilir ve senarist Orhan Kemal de bu belgeden faydalanır. Şimdi bu belgeyi inceleyelim. SARITEKELİ AŞİRETİ’NDEN ABDİ Yörük Ali Efe, yaşam öyküsünün girişinde soyunu, sopunu, aşiretini ve ne yaptıklarını şöyle anlatır: “1312 (1896) yılında Aydın ili Nazilli ilçesi Sultanhisar bucağının Kavaklı Köyü üzerindeki Güney Dağı’nda doğdum.  Babamın adı Abdi’dir. Sarıtekeli Aşireti’nden Ayvaz oğullarından Molla Abdil oğlu denilmekle maruftur. Bu Sarıtekeli Aşireti’nin mühim bir sahası olup Aydın, Muğla, Denizli, Antalya arasındaki yaylalarda ve kışlaklarda göçebe halinde bulunmakta idiler. Şu anda babamın amcaoğulları yayla ve kışlağa göçebe halinde gidip gelirler. Soyumuz kalabalıktır. Anam ise Aybi Aşireti’ndendir. Ve dedemin uzaktan akrabasıdır. Adı Fatma’dır. Anamın soyuna da Atmacıoğulları derler. Hâlâ atalarına ait yaylalar mevcuttur.” Efe’nin aktardıklarının devamında onun dağlara kadar gidecek olan yaşam seyrinin nedenlerini de görürüz. Osmanlı ülkesinin gün gün hakim olduğu topraklardan geri çekilmesi ve bunun sonucunda türeyen düşmanlık olgusu aktarılır: “Ufak yaşımdan itibaren atalarımdan dinlediğim hatıralar ve gâvurların yapmış olduğu kötülükleri sık sık işitmemiz ve bazen muhitimizdeki gâvur esnafın takındığı tavırlardan doğmuş ve muhakeme kabiliyetim geliştikçe bu düşmanlık bütün benliğime kök salmıştır.” Yörük Ali Efe, erken yaşta bir iftira yüzünden hapse girdiğini yazar. Askerliğe büyük bir heyecanla gider. Silah kullanmayı çocukluğundan beri sevmektedir. Bunu kendisi için iyi bir spor olarak görür ve arkadaşlarıyla tertip ettikleri av partilerinden söz eder. Askerliğe büyük bir ümitle gitmiştir. Askerlikte gördüğü haksızlıklar onu ocaktan soğutur ama en önemlisi “gavur” subaylara olan tepkisi dikkat çekicidir. Öyle ki, yukarıda aktardığımız şekilde bahsettiğimiz düşmanlığın sürekliliği asker ocağında da sürer: “Bizim Türk üstlerimizden gördüğümüz muamele daima bizi memnun eder fakat gâvur zabitlerinin en ufak bir hareketi içimizdeki intikam hissini körüklerdi. Dayak yediğim gâvur zabitinin adını maalesef bilmiyorum. Arkadaşımı aynı gâvur zabiti bir tokatta öldürmüştür. Bu bizim ordudan bir an evvel kaçmamıza sebep olan hadiseler arasındadır. Zabiti öldürmek için bir  çok planlar kurduksa da muhiti tanımadığımızdan ve bu sebepten kurtulamayacağımızdan dolayı onu vurmadık.” Efe, askerden kaçar. Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin çetesine katılır. Bir buçuk sene sonra Efe’nin ölümü üzerine kızanlıktan efeliğe geçer. Efe’yi ve çetesini takip eden teğmenin ismi de epeyce tanıdıktır. Gerisini Yörük’ten dinleyelim: “Takibimizde gezen mülazım (Teğmen) Feti Bey’dir. Biz kötü bir idarenin elemanı olan ve yanlış bir fikre saplanan bu temiz kalpli Türk zabitine mert bir düşman nazarıyla bakardık. Bu üç sene zarfında daha birçok zabitlerin takibine maruz kaldık. En sonuncusu Feti Bey’dir.” Efe, Kurtuluş Savaşı’nda önemli rol oynamış silah arkadaşlarından Kıllıoğlu Hüseyin Efe hakkında da ilginç bilgiler verir. Üç sene birlikte zeybeklik yaparlar. Milli Mücadele’de de üç sene yakın arkadaşlıkları olduğunu ifade eder. Ölümü üzerine de şu çarpıcı açıklamayı yapar: “Hüseyin Efe, Milli Mücadele’nin sonlarında Çine Kaymakamı Etem Bey’le aralarında çıkan itilaftan dolayı kaymakamı öldürtmek için kızanlarından birisine vurdurttu. Fakat kaymakam ölmedi. Ayağı sakat kaldı. Kıllıoğlu da yaptığı bu suçtan ötürü eşkiyalığa çıktı. Hüseyin Efe, üç ay kadar dağda dolaştı ve Nazilli jandarma kumandanı Yüzbaşı Arap Nuri Bey’in vaadiyle “Bozdoğan kazasına sığınırsa bütün suçlarının bağışlanacağına” dair olan teminatla Bozdoğan’a geçti. Fakat o gece belediye binasında verilen ziyafet bittikten sonra oturduğu bina bomba ile tahrip edildi. Binanın tahribiyle ölmeyen Efe (İki arkadaşıyla ki bunlardan birisi kardeşidir.) teslim oldu. Bu teslim olmuş Efe’nin teslim olması göz önünde tutulmayarak hepsi de kurşunla öldürüldüler. Teslim olan Efe’nin ve kızanlarının kurşunla öldürülmektense adalete teslimi gerekirdi.” Efe’nin adalet beklentisinin altını çizmesi dikkate değerdir. 1945 yılında yazdığı hayatında Hüseyin Efe meselesinin ardından yaşananlar ve arkadaşının ailesiyle ilgili verdiği bilgileri de buraya aktarma gereği duyuyoruz: “(Hüseyin Efe’nin) Diğer kardeşi Osman da, zeybek oldu diye hapsedildi. Ve Çine’den Söke, Söke’den de tekrar Çine hapishanesine nakledilirken, çeteler tarafından kurtarılmaya çalışıldı diye bir söylenti çıkarıldı ve zaptiyeler tarafından vuruldu. Şimdi bir oğlu vardır. İki kız kardeşi ve validesi hayattadır.” MİLLİ MÜCADELE’YE KATILMAK İÇİN TEŞKİLAT KURULUYOR Yörük Ali Efe, buradan itibaren geriye dönerek Milli Mücadele için nasıl teşkilatlandıklarını anlatıyor. Teşkilattaki efeleri saydıktan sonra Miralay (Albay) Şefik (Aker) Bey’in kendileriyle irtibata geçtiğini belirtir. Miralay Şefik, teşkilatın gücünün artması için üç gönüllü subayı bu teşkilata dahil eder. Yörük Ali Efe ardından Yunan’a yapılan ilk baskını şöyle anlatır: “Yunanlılara ilk baskını Sultanhisar civarında (Malgaç) çayı üzerinde bulunan büyük şimendifer köprüsünü korumağa vazifeli bulunan Yunan karakoluna yaptık 16 Haziran 1335 (16 Haziran 1919) 45 arkadaştık.” CELAL BAYAR’LA KARŞILAŞMA Efe’nin hayatı Cumhuriyet ilanı sonrasının da resmigeçidi gibidir. Daha sonra Türkiye’nin üçüncü cumhurbaşkanı olarak (1950-1960) arasında tarihe geçecek olan Celal Bayar nam-ı diğer Milli Mücadele’nin Galip Hocasıyla karşılaşmasını şöyle anlatır: “Aydın’ı aldığımız zaman Gümrükönü denen Aydın’ın en kalabalık bir mevkiinde Bozüyük Köyü’nden Hacı Süleyman isminde bir zat halka hitap ettiği bir sırada halk arasında siyah cüppeli, beyaz sarıklı, siyah sakal ve gözlüklü bir zat, genç bir molla, bravo hocanız doğru söylüyor diyerek etrafa söz söyleyip duruyordu. Hocanın sözlerini dinlediğim bir sırada benim gurubumda bulunan genç molla tarafından söylenen bu sözler nazarı dikkatimi çekti. Ben hışımla, “Hoca siz kim oluyorsunuz?” diye sorduğumda, “Ben hoca değilim. İzmir’in İttihat ve Terakki katibi mesulu idim. Yunanlıların beni araması üzerine kaçtım. İsmim Celal’dir. Namı müstearımda Galip Hoca’dır(Celal Bayar)” diye kendisini tanıtması üzerine tanışmış olduk. Celal Bey bilahare Köşk Cephesi’nde ve karargâhlarda çalıştı ise de sonradan Nazilli heyeti merkeziyesinde bulundu.” (NOT: Orhan Kemal, senaryoyu hazırlarken “Sayın Celal Bayar’ın Galip Hoca olarak görünmesinin mahzurlu olup olmadığını” Cengiz Yörük’e sorar. 1953’te Celal Bayar Cumhurbaşkanı’dır. DP iktidarının ilk yıları. Orhan Kemal’in senaryoyu hazırlarken dönemin siyasi iklimini dikkate aldığı görülüyor. Zira, bir başka mektupta Yunanistan’la Türkiye’nin olumlu ilişkiler içinde olduğunu da gözetmek gerektiğini söyler) Tam da bu satırlardan sonra Efe’nin ifadesiyle “Saraçoğlu Şükrü Bey”in bahsi geçer. Şükrü Bey’le buluşmalarına sebep İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir soruşturma heyetinin “Aydın vakası” üzerine yaptıkları çalışmadır. Efe’nin bu aktardıkları aslında İtilaf devletlerinin işgal konusunda Yunan birliklerine sınırsız bir destek vermediklerini de ortaya koyuyor. İtalya’nın sık sık saf değiştirmesi, taktik konumlanması bunda etkili olmuş olabilir; ancak bir soruşturma heyetine üç büyük devletin temsilcilerinin girmiş olması ve Türk temsilcilerle görüşmeleri dikkate değerdir. Efe, Şükrü Bey’le ilgili kısımda devamla milletvekili seçiminden söz eder. Daha önce de vekil seçimi yaptıklarını; ancak İstanbul’da İngiliz hükümetinin meclisi dağıtmasında söz eder. Efe, anlaşılıyor ki, son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne işaret etmektedir. BABI ALİ’YE İSYAN TELGRAFI Efe, Aydın’ın işgali esnasında kritik kararlara imza tattığını da belirtir. Aydın yanıp yıkılırken Fırka Komutanı Şefik Bey, ateş emri vermemektedir. Devamını Efe’den okuyalım: “ Bunun üzerine Miralay Şefik Bey’e hitaben bir topçu çavuşu ile şu yolda bir pusula yazdım: ‘Emrinizde bulunan topları düşmana karşı kullanmaktan çekiniyorsanız, göndermiş olduğum çavuş ve adamlarım bu işi birlikte yapacaklardır. Ateşe mani olmayacağınızı ve adamlarıma zor kullanmaya mecbur etmeyeceğinizi zannediyorum. Çünkü adamlarım emrimi her ne pahasına olursa olsun yerine getireceklerdir.’ Bu yazım üzerine Şefik Bey topların ateşine müsaade ederek, Babıali’ye isyan demek olan şu yoldaki ilk telgrafını çekmiştir: ‘Millet topu da tüfeği de elimden aldı kendisi kullanıyor,’ demişti.” Yunanlılar Nazilli’den kaçarlarken şehrin seçkin kişileri rehine alır. Efe, işgal kuvvetlerinin takipten kurtulmak için bütün rehineleri kurşuna dizdiğini belirtir ve şöyle tamamlar: “Bu kurşuna dizilenler arasında makineli tüfek ateşinin kurşunları ilen yalnız yaralanıp da yaşayan Nazillili Hacı Hamdi ve Mehmet Ağa hamdolsun hâlâ hayattadırlar.” YUNAN İŞGAL KOMUTANLIĞI’NA NOTA Aydın’a taarruz etmek için gerekli kararlar alınacaktır. Bu amaçla Efe’nin de içinde olduğu teşkilat Umurlu’da toplanır. Yunan İşgal Komutanlığı’na halka zarar vermeden geri çekilmeleri için nota verilmesi kararlaştırılır. Efe, bu notaya karşılık Yunan komutanının Köprübaşı’na kuvvet yolladığını yazar. Türk kuvvetlerinin Aydın’a girmesi de anılarda yerini alır. Şehirdeki muharebe Ramazan Bayramı’nda da sürer. Bu arada Efe, Rum mahallelerinin nasıl yandığını da anlatır: “Biz o civarda muharebe ederken Rumlar, Müslüman mahallelerini ateşe vermişler fakat değişen rüzgâr istikameti bütün Rum mahallelerinin yanmasına sebep olmuş, Yunanlılar da Topyatağı ve Çakıroğlu bahçelerine sığınmaya mecbur kalmıştı.” MUĞLA KUVAYI MİLLİYE TEŞKİLATI Yörük Ali Efe, anılarında Muğla’daki Kuvayı Milliye teşkilatının kurulmasına da katkıda bulunduğunu anlatır. Muğlalı Ragıp ve Hamza Beylere teşkilatın kurulması yönünde ısrar ettiklerini yazar. Ancak, Muğla’da başka bir sıkıntıyla karşılaşır: Muğla’ya Kuvvayi Milliye teşkilatını kabul ettirmemiz çok zor olmuştur. Muğla Müstakil Mutasarrıflığı ilk anda böyle bir teşkilatın kurulması aleyhinde bulunuyor ve bunu kabul etmek istemiyordu. En sonunda namuslu ve milliyetperver Muğla eşrafının isimlerini Muğla’yı bilmediğimden Çine’de Hafız Hidayet Efendi’den öğrendim. Öğrendiğimiz bu milliyetperver Muğla eşrafının teşkilat kurmalarını Mutasarrıflığa telgrafla bildirdim. Altı saatlik bir telgraf münakaşasından sonra Mutasarrıflık bu husustaki emirlerimizi kabul etmek mecburiyetinde kaldı.” Yörük Ali Efe, ilk silahları nasıl temin ettiklerini de söyler. Anlatılanlar ilk direnişlerin tamamen halka dayandığını gösteriyor: “İlk silahlarımızı halk arasından, kır bekçilerinden kırağı, tek tüfek, mavzer gibi silahları toplamak suretiyle elde ettik. Aydın’ı almamızla pek çok silaha kavuştuk. 57. Fırka’nın Aydın’da bırakmış olduğu silahları tamamen denecek derecede ele geçirdik. İtalyanlardan arada sırada silah alırdık. Fakat bu esaslı bir alış veriş değildir. Ve Kuvva-i Milliye’ye yardım edecek kadar olmamıştır.” Anılarda, 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’da Efe’nin İzmir havalisine kadar gediğini okuruz. Yörük Ali Efe, Gaziemir’e kadar gelir ve buradan geri dönmeyi doğru bulur. Talancıların mesuliyetinin onun üzerine yıkılması ihtimalini gözetir. Yollardaki talancı güruhları geri döndürür. BUCA’DA YAŞAM VE SAKATLANMA Yörük Ali Efe, anıların sonunda günlük hayatından da söz eder. Dağlara çıkmış, muharebeler görmüş bir Efe’nin çok sıradan bir kazada sakatlanması hayat hikayesinin trajedisidir sanırım: “1 Ağustos 1926 Pazar günüydü. İşim olmadığı halde İzmir’e inmek arzusunu hissettim. O zamanlar İzmir’in Buca Nahiyesi’nde oturuyordum. Sabah sekiz treni ile İzmir’e indim ve Alsancak’ta tramvaya atladım. Okumayı yeni öğrenmiş gazete okuyordum. Gazetede gördüğüm herhangi bir can sıkıcı havadisten ötürü kolumdaki bastonu aşağıya düşürdüm. Bu asabiyetim üzerine düşünmeden önde oturduğum halde aşağıya ters olarak atladım. Bu üzücü kaza üzerine her iki ayağımı da diz kapaklarımdan yedişer santim aşağıdan kaybettim.” Söz konusu belgelerde “Aydın Mutasarrıflığı’na” ve “Menderes Grup Komutanlığı’na” gönderilen Yörük Ali Efe imzalı telgraflar da yer alıyor. SONUÇ Türk Kurtuluş Savaşı, birçok yönü ve dinamikleriyle hala incelenmeyi bekliyor. Türk sinema tarihçisi Nijat Özön, 1950’lerden 1970’lere kadar bu dönemin sinemada yeteri kadar ele alınmadığını ve Milli Mücadele ile ilgili hafıza tazeyken, kişiler hayattayken sinemacıların buna eğilmesi gerektiğini yazdı, durdu. Sinemacıların içinde Orhan Kemal gibi engellemelerle karşılaşanlar da oldu. Ama herhalde tarihçisinden sinemacısına kadar herkesin bir parça sorumlu olduğunu da kabul etmek gerek. Bugünün araştırmacılarının da en azından yeni belgelerle bu dönemi aydınlatmaya ve tartışılmasına katkı sunmaya gayret etmesi gerekir. Yörük Ali Efe’nin kendi kaleminden hayatının burada duyurulmasının bu çabanın bir parçası olmasını dilerim. KAYNAKÇA: Orhan Kemal Müzesi Arşivi, Cihangir-İstanbul Orhan Kemal-Eşe Dosta Selam (Mektuplar), Hazırlayan: Işık Öğütçü,  Everest Yayınları, 2020, İstanbul Orhan Kemal, Senaryo Tekniği ve Senaryolar, Everest Yayınları, 3. Baskı, 2008, İstanbul Nijat Özön, Karagözden Sinemaya, Kitle Yayınları, 1994, Adana Agah Özgüç, Türk Filmleri Sözlüğü, 2008, İstanbul