“Hayal gücünüzü istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Çünkü okuyucularınızın henüz önyargılarla tanışmamış dünyaları size harika bir özgürlük sağlıyor” diyen çocuk edebiyatında adından söz ettiren Serap Gürbulak Biçici’yi yakından tanıyalım

Çanakkale’de çocuk kitabı yazarı Serap Gürbulak Biçici’nin evine konuk olup kendisiyle çocuk edebiyatı ve yazdığı eser hakkında sohbet ettik. Lafı uzatmadan sizleri bu keyifli sohbetle baş başa bırakmak istiyorum.

Serap Hanım merhabalar, öncelikle sizi biraz tanımak isteriz. Bize kendinizden ve yazarlığa başlama serüveninizden bahseder misiniz lütfen?

1979 İstanbul Üsküdar doğumluyum. 15 yıldır Çanakkale’de yaşıyorum. Evliyim ve bir çocuk annesiyim. Çok okuyan bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirdim. Bu süreç beni yazmak konusunda hep heveslendiren bir süreçti. Yani yazmak konusunda en büyük motivasyonum okumaktı diyebilirim. On iki yaşımdan itibaren günlük tutmaya başladım. Söyleşilerimde okumanın bize kattığı değerlerle ilgili çocuklarla ve ebeveynlerle uzun sohbetler yaparız. Ancak bunun yanında mutlaka yazmanın önemini de vurgulamaya çalışırım. Aslında duygularımızı en net bu şekilde ifade ederiz kendimize. Hatta yazmak yazarın kendi öz benliğiyle karşılaştığı bir er meydanıdır derim hep. İşte bu sürecin ilk aşaması da günlüklerdir bence. En azından benim yazarlık serüvenimin böyle başladığını söyleyebiliriz.

Hikâyelerim son yedi yıldır kitap haline geliyor. Ama aslında hikâyelerimin geçmişleri daha eski. Konuları bakımından değil fakat dili anlamında içim rahat değildi. Eksik bir şeyler olduğunu biliyordum fakat tam olarak anlamlandıramıyordum. Oğlum doğduktan sonra karakterlerin, olayların bir çocuğa nasıl aktarılması gerektiğini öğrendiğimde eksikliğin nerede olduğunu çözmüş oldum. Öğrenmek her zaman devam eden bir süreçtir. Herkes, her şey sizin için bir öğretmen olabiliyor. Henüz konuşamayan bir çocuktan bile... Minik okurlarımla kavuşmak kısmı da tamamlanmış oldu böylece.

Kitap2

Edebiyat eğitimine başladıktan sonra hayatınızda yazarlık anlamında neler değişti?

Elbette çok okuyan ve yazmak isteyen benim için edebiyat fakültesi birinci tercihti. Fakat iş hayatı akışı açısından başka bir bölüm seçmek o zaman için daha uygun geldi. Fakat işte insanın dönüp dolaşıp geleceği yer evidir derler. Benim açımdan da böyle oldu. Tabii edebiyat okumayı hep istemiş olmamın yanında diğer bir düşüncem yetişkin edebiyatı alanında ilerlemek istememdir. Yalnız şu konunun altını çizmek isterim ki çocuk edebiyatını bırakıp yetişkin edebiyatına geçiş yapacağım. Bazı yazar arkadaşlarım gözlemlerime göre çocuk edebiyatını yetişkin edebiyatına geçişte bir süreç olarak değerlendiriyor. Bu genel kanının doğru olmadığını deneyimlerime dayanarak rahatlıkla söyleyebilirim. İki alan da birbirinden çok çok farklı. Aslında bunun nedeni iki alanın son yıllara kadar birlikte anılmasından. Edebiyat dediğinizde içine çocuk edebiyatını da dahil eden bir durum söz konusuydu. Günümüzde artık bu ayrım yapılmaktadır. Bence yapılmalıdır da.

Size göre çocuk kitapları yazmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?

Avantajından başlamak isterim ki bu en sevdiğim kısım. Yazarken çok geniş bir özgürlük alanınız var. Hayal gücünüzü istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Çünkü karşınızdaki okuyucularınızın henüz önyargılarla tanışmamış dünyaları size bu anlamda harika bir özgürlük sağlıyor. Örnek verecek olursam; kırmızı bir ağaçtan, yeşil bir buluttan, miyavlayan bir köpekten, hıçkırık tutan bir buluttan bahsettiğinizde kimse sizi yadırgamıyor. Çocuklar için yazarken bir yandan da kendi çocukluğuma dönüşler yapabilmek, kendimi tanıma ve tamamlama yolculuğumda yol göstericiliği harika bir duygu.

Dezavantajı ise çok hassas bir zemin olması. Bunu daha somut tanımlamam gerekirse balonlarla dolu bir zeminde yürüdüğünüzü düşünün. Vermek istediğiniz mesajı iletirken objektif kalabilmeniz çok önemli. Bu kısmı zorlayıcı. Hatta yakın dönemde bu konuyla ilgili, hocalarımın da bulunduğu bir söyleşide çocuklar için yazmanın daha zorlayıcı bir yönü olduğuna karar kıldık.

Çocuk kitapları yazmak derin bir hayal gücü gerektiriyor olsa gerek. Yazarken nelerden ilham almaktasınız?

 Bu konuda en büyük ilhamım çocukluğum ve oğlum. Oğlumu büyütürken ona vermek istediğim erdemleri, sıradanlıktan kurtararak anlatmak isteği en temel kaynağım diyebilirim.

Kitaplarınızı okudum. Beni en çok etkileyen ögelerden biri, çocuklara yönelik olsa bile, hayatın anlamı üzerine derin düşüncelere iten cümlelerin de olması. Örneğin, Taş Şehri’nin Kaybolan Renkleri kitabınızın on ikinci sayfasında şöyle bir cümle yer alıyor. “Günlerin insanlara neler getireceği bilinmez çocuğum, üzülme.” (Balay karakterinin büyükbabası Balay’a söylüyor) Bu konuyu biraz açabilir misiniz lütfen? Bu gerçekten böyle midir? Çünkü bazen gelecek günler kendisini o kadar belli ediyor ki, insan ister istemez “görünen köy kılavuz istemez” diye söylemeden edemiyor.

Hepimizin her şeye rağmen tutunduğu umudu, yaşama sevincini nasıl bir kenara atabiliriz ki? O zaman nedir devam edebilme gücünü bize veren? Evet ben inanıyorum,  hem de en sevdiğim tarafımla, iflah olmaz umudumla. Ve Balay’ın büyükbabasının bu sözlerini tanıdığım tanımadığım, tüm, karşılaştıkları olumsuzluklara rağmen ilerlemeyi, kendini geliştirmeyi, seçmiş  insanlara bir kez daha tekrarlıyorum; günlerin insana neler getireceğini bilemezsin. Ve elbette bir anlamı var bir gülüşün, göz yaşının, sevinmenin, hüzünlenmenin, koşmanın hatta kimi zaman durmanın…

Aynı kitapta insanı derin düşüncelere iten bir cümle daha var (Sayfa 61) “Her renk varoluşuyla başka bir rengin güzelliğini ortaya çıkarır”, rica etsem bu cümleyi de biraz daha açabilir misiniz?

Bunu çocuklara anlatırken söyleşilerde giydiğim ayakkabılarımı gösteririm onlara. Biliyorum başlangıçta biraz garip duruyor. Hemen açıklıyorum. Benim söyleşilerimde giydiğim ayakkabılarım (Özellikle bu konudan bahsedeceksek mutlaka giyerim.) renkleri birbirinden farklıdır. Biri siyah biri daha açık renktir. Bu ayakkabılarım onları oldukça şaşırtır. Ayakkabılarımı çok beğendiklerini söylerler. Çünkü farklıdırlar, birbirlerinden farklılıkları onları güzelleştirir. Ama aynı işi yaparlar. Rahatça yürümemi sağlarlar. Yani işin özeti kırmızı olmazsa, yeşili, yeşil olmazsa sarıyı nereden bilebilirdik ki. Yine aynı kitaptan bir örnekle daha da derinleştirirsek tüm çiçekler rengârenk açarlarken neden insanlar da rengârenk olmasın ki?

Taş Şehri’nin Kaybolan Renkleri ve Lütfen Beni Yeme isimli kitaplarınızda arkadaşlığın önemine vurgu yapılmış. Genellikle hayvan figürleri, renkler ve arkadaşlık gibi temalara mı yoğunlaştınız?

Sizin de belirttiğiniz gibi arkadaşlık benim en fazla üzerinde durduğum konudur. Bu konunun temelinde vermek istediğim mesaj  ise birlik ve beraberlik olgusudur. Hep mutlu olmanın yollarını ararız öyle değil mi? Oysa mutluluk benim kanaatimce kendi öz varlığımızı korumak kaydıyla hep birlikte ulaşabileceğimiz bir sonuçtur. Ünlü şairin de dediği gibi; bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…

Diğer üzerinde önemle durduğum konu ise kendimizi gerçekleştirmek, tamamlamak konusunda ki en önemli etken olarak gördüğüm cesaret temasıdır. Korkularımız ve kaygılarımızın değil hayallerimizin yol göstericiliğini seçmek siz de kabul edersiniz ki cesaret ister. Konularımı bu konuda yönlendirici olması anlamında dikkatle belirlerim.

Eyvah Sihirler Karıştı kitabınız bana biraz “kazdığı kuyuya düşmek” deyimini hatırlattı. Ne dersiniz?

Evet, kesinlikle tam anlamıyla doğru bir söylem olur bu. Çabalamadan bir yerlere ulaşıldığı zaman bu herkese zarar veriyor maalesef. Bu kuyuya düşme  meselesi er ya da geç gerçekleşiyor. Bugün bile bu konuyla ilgili ne kadar fazla gündem var öyle değil mi?

Lütfen Beni Yeme isimli kitabınızın temenni cümlesinden çok etkilendim. “Korkularını değil, hayallerini büyütmek” ile başlayan ve oğlunuza atfettiğiniz cümleden. Gerçekten çoğu insan korkuları yüzünden hayallerini ve kendini maalesef gerçekleştiremiyor. Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız lütfen?

Aslında bu soruya yedinci soruya verdiğim cevapta bulabiliriz.

Birçok konuda korkuya kapıldığım, insanların hakkımda düşüncelerini önemsediğim uzunca bir dönem geçirdim. Aslında yaşam yolculuğumuzda bu süreci hepimiz yaşıyoruz. Tabii bu durumun bize verdiği zararları saymakla bitiremeyiz. Oğlumun diğer tüm çocukların, hayatlarının daha erken bir döneminde bu bilince sahip olmaları ne güzel olurdu. Etrafınızda istediği işi yapabilen bunun mutluluğuyla yaşayan insanların olduğunu hayal etmek bile güzel. Ve umuyorum ki bu bir gün hayal olmaktan öte gerçeğe dönüşür.

Biraz da İçin Dışına Çevrilsin kitabınızdan bahsetmek istiyorum. (Sayfa 18) “Affet beni, haksız yere az daha üzecektim seni. Eski kıyafetlerin aklımı çeldi. Oysa yokmuş dürüstlüğün kıyafetle bir ilgisi.” Gerçekten görünenin özündeki gerçeği hissedebilmek ve görebilmek çok önemli. Böyle başarılı bir öyküyü çocuk kitabı olarak yazabilmek ve “İçin dışına çevrilsin. Özün ne ise bilinsin” sözünü kitabın içinde eritmek için nelerden ilham aldınız?

 Öncelikle çok teşekkür ederim. Benim de en sevdiğim hikayelerimden biridir. Akılda kalıcı olmasını istediğim bir konuyu yine akılda kalıcı bir metotla (kafiyeli) yazmak istedim ve ortaya bu hikâyem çıktı.

Sizin de bildiğiniz gibi içinde bulunduğumuz dönem insanların kendilerini sosyal medya platformlarında  kıyafetleriyle, yedikleri içtikleri gezdikleri yerlerle ifade etmeyi tercih ettikleri bir dönem. Maalesef çocuklar yanlış iletişim ile ilgili ne varsa kaydediyorlar. Ve buna göre bir bilinç şekillendiriyorlar zihinlerinde. Öncelikle hemen şunu da belirtmek isterim ki ben değişime inanırım. Çağının gerekliliklerini yaşamalıdır insan. Fakat teknolojinin  çoğu zaman doğru kullanılmadığı ortada bir gerçek. Kısa vadede olmasa bile uzun vadede bu yanlış yönlendirmelerin sonuçlarını toplum olarak mutlaka göreceğiz.

Çocuklarda gözlemlediğim ve en üzüldüğüm konulardan biri de dış görünüşleriyle ilgili takıntılı denebilecek davranışları. Önemli olan, giderek görüntüden ibaret bir imaj. Ne kadar iyi giyinirseniz o kadar popülersiniz. İnsanların gözlerine bakarak konuşmayı unutuyoruz, birbirimizi dinlemeyi unutuyoruz, karşımızdaki insanın neler hissettiğini önemsemiyoruz. İç dünyamız bir köşeye çekiliyor yavaş yavaş. Hissettiklerimiz, düşüncelerimiz, hayallerimiz günün modasına uygun kıyafetlerin içine bir yerlere sokuşturuluyormuş gibi geliyor bana. Ama unutmamak gerekir ki aslolan özdür. Ve sevgiyle var olmanın özünü taşıyan insanlar dış görünüşe önem vermezler. Bu yüzden hangi insanın içinde hangi cevheri taşıdığını bilemeyiz. Önyargılı olmanın zararı hep kendimizedir. O yüzden içini görmek isterim o yüzden için dışına çevrilsin! Özün ne ise bilinsin!

Bu keyifli sohbet için çok tekrar teşekkür ederim İlknur Hanım. Sevgiler, selamlar…