O zamanlar çocuktuk. Oyun oynadığımız tüm alanlar kocaman evrenlerdi bizim için. Şimdi baksanız bir sokak arkanız. Daracık, küçücük bir yer. Bisiklete binmeyi dedem öğretmişti bana. Dünyanın en uzun rampası, upuzun bir sokak! Sokağın sonuna varabilen harika işler başarmış sayılıyordu. Hele bir de iki tekerlek üzerinde gidin bakalım. Nasıl bir gurur tablosu!

O dar sokaklardan caddelere çıkmamak için uyarıldık hep. Başımıza bir şeyler gelirdi çünkü. Kötü şeyler. Sınırlarımız belliydi. Maceralarımızın, serüvenlerimizin sınırları hep bellidir belirli bir yaşa kadar. Sonra ayaklarınız üzerinde durmanız ve kanatlanıp uçmanız beklenir. Kuş da değilsiniz ya, aşağı atlayıp pat diye uçmayı öğrenesiniz. Sanırım bazılarımız bu yüzden hep çocuk kaldık, sınırları kendi kendine ve dar sokaklarda kapalı kalan…

***

Bedenleri ve yüzleri büyümüş çocuklar, öğrendiği ve kendine kodladığı sınırlardan geçemeyince, dış dünyada kötü şeylerin olabilirliği de yüzümüze vurdukça daha da korkar ve güvenli halde tutabiliyor kendini. Yeni şeyler denemek için gerekli cesaret bir türlü yüklenemiyor. Çocuk yanımız ‘Dur çıkma tehlikelidir burası’ diyor mesela içinizden. Sonra adım almış, duvarların ötesinden size seslenen yetişkinler görüyorsunuz. Sosyal medyayı bir açıyorsunuz, bir motivasyon videosu tokat patlatıveriyor yüzünüze. Ufak ufak adımlarla farklılaşma başlayıveriyor.

***

 Eğer o sokaklardan dışarıya adım atamazsak, yeni ve güzel olan şeyleri nasıl göreceğiz, nasıl farkına varacağız evrenin? Bu sabah ‘serendipity’ diye bir kavram okuyorum. Bir yolculuktaki tesadüfi keşifler. Başka bir niyetle çıktığınız yolda tesadüfen güzel şeylerle karşılaşmak. Aha! Tam da ihtiyacımız diye düşünüyorum. Bedenleri büyümüş çocukların daha çok okuması, karşılaşması gereken bir sözcük. Adım almanın güvenli olmasının dışında güzel şeyler de vadetmesine dair umutlandırmıyor mu insanı?

***

Mesela kafamda dönüp dolaşıp kendine bir yer buluyor. Karşıyaka sokaklarında bisiklet sürüyor zihnim. Mis gibi, yemyeşil bir sokaktan geçiyorum. Herkes çok sakin. Balkonlarda kahvaltı yapılıyor, kahveler içiliyor. Sezen Aksu çalıyor birinin evinde, şen kahkahalar duyuluyor. Park halindeki arabaları sıyırarak geçiyorum. Birkaç yüze gülümsüyorum ve sokağın sonuna geliyorum. Büyük bir trafik var, duruyorum orada. Beni uyardıkları kadar, bisiklet üzerinde geçen arabalara bakıp ürkecek kadar haklılar. Bekliyorum ışıklarda, zihnim de bekliyor. Geçiyorum karşıya, vuruyorum bisikleti denize doğru. Bakın…

Şimdi tüm sahil benim.

O yolun tıkandığı yere kadar sürebilirim bisikletimi.

Basıyorum pedala ve başlıyorum. Sahil bana neler vadedecek bilmiyor zihnim.

Sadece ilerliyorum…