Bir yazı yazmak için masanın başına oturduğumda önce sözcüklerle kavga edip etmemeye karar verir, sonra içlerinden yalnızca sevdiklerimi değil, yazılması gerekenleri ilk cümleye armağan etmeye çalışırım. Parmaklarımın her bir harfe dokunuşu, sihirli lambanın içinden çıkmasını ümit ettiğim yeni bir güzelliği bulmaya çalışırken, gözlerim de yalancı bir sabırla olası olumsuzlukları kontrol etmeyi sürdürür. Öyle ya, ya başını alıp gitmeyi düşünürse yazı. Ya kendi yolunu çizmeye kalkışır ve beni de peşinden sürüklerse ne yaparım? Hani yeşil sahadaki bir futbolcu olsam işim kolay, çünkü orada beni benden çok düşündüğü yetmezmiş gibi bir de benimle beraber sahaya çıkmış diğer on kişiyi düşünen, dahası bir takımın ne zaman ne yapması gerektiğini saniye saniye hisseden, takımdaki herkesin aklı ve ruhu olmaya çalışan, nihayet kendisini öncelemeden kolektif başarıya odaklanmış biri var. Adı, teknik adam. Bugün size anlatmaya çalışacağım bu kişi öylesine ilginç bir yapıya sahip ki insan onun bazen iyi bir satranç oyuncusu, bazen müşfik bir baba, çoğu kez de binlerce kişiyi peşinden sürükleyen bir lider olduğunu düşünür. Günümüz futbolu insan aklı ve fiziğinin gelişimine paralel olarak geçmişin ağır aksak çizgisinden çok uzakta bir görünüm sergilerken, haliyle teknik adamlık ta giderek eskisinden daha karmaşık bir hale dönüşmüş durumda. Eskiden ne mi vardı? Eh işte, hoca ve yardımcısı, çok çok bir kaleci antrenörü falan. Zaten hocanın yardımcısı da bir hafta sonra oynayacakları rakiplerini izlemeye gider, dönüşünde onun verdiği bilgilerle gelecek maçın planı yapılırdı. Haftada iki idman, bir çift kale derken maç günü toplantısında yaz tahtaya bir taktik, oldu bitti.
MODERN FUTBOL
Modern futbol oynatmayı hedeflemiş, eli yüzü düzgün, gerek kişilik gerekse tahsil olarak ciddi farklılık içeren örnekler de yok değildi elbet. İzmir Saint Joseph–İstanbul Avusturya Lisesi ve İzmir Yüksek Ticareti takiben İngiltere de tekstil mühendisliği okumuş ve futbolun beşiğinden antrenör diplomasıyla ülkeye dönmüş, tam beş dil bilen futbol mühendisi, efsane Göztepe’nin yaratıcısı, milli takımımızı yönetmiş Adnan Suvari gibi sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen çok değerli isimleri bir kenara koyarsak, futbolumuz klasik yabancı hayranlığı yüzünden genelde düşük vasıflı yabancı hocalara emanet edilmişti. Zaman geçtikçe, her ne kadar bizimle bizim dışımızdakiler arasındaki fark, zihniyet açısından ciddi derecede açılmış olsa da, bugün teknolojiyi iyi kullanan genç nesil hocalar sayesinde teknik adamlık giderek daha cesur, daha bilinçli ve daha bilgili hale geldi diyebiliriz. Herkes bu tabiri biliyor mu emin değilim ama takıma “harala gürele” top oynatan, oyuncuya gaz vermekten öte alt yapısı olmayan, hasbelkader üç beş maçta, o da bir iki süper star sayesinde başarı elde etmiş olanlarını baş tacı eden ve savruk yöneticiliklerinin bedelini gerçek teknik adamlara ödetenler yüzünden bu kurum iyice örselendi. Hal bu ki böyle mi olmalıydı? Bugün dünyada teknik sorumluluğu üstlenen ekip dediğiniz zaman en az iki yardımcı antrenör, bir kaleci antrenörü, bir taç antrenörü, bir kondisyoner, bir maç analisti, ciddi derecede organize olmuş bir sağlık ekibi, psikiyatrist, fizyoterapist, genel koordinatör, alt yapı hocaları derken neredeyse bir futbol takımı kadar sayıya ulamış büyük bir gemiden söz ediyoruz. Ve şüphesiz bu gemiyi bütün azgın sularda hasar görmeden dolaştırıp limana döndürebilen bir kaptandan. Çağdaş düşüncenin ışığında istikrarlı biçimde yol alan takımların başarı grafiklerine baktığımızda, onların her zaman için sıralamanın üst sıralarına abone olduklarını görmekteyiz. Bu arada altını çizerek vurgulamak gerektiğine inanıyorum ki her zaman ve her yerde önemli olan isimler değil eserlerdir. Eser toplumun beğenisini kazanmış, daha önemlisi toplumu bir adım ileriye götürmüş ise kalıcı olur ve ancak o zaman eserin sahibi toplumda kendisine uygun görülen saygın yerini alabilir. İşte teknik adamın en önemli özelliği tam da burada karşımıza çıkar. Onun düşünce yapısı öylesine geniş bir alana yayılmıştır ki bu, bizlerin anlık heyecanlarının dizginlenmesinden tutunuz, kazanmanın tüm süreçlerini ilmek ilmek örmeye varıncaya kadar sabır yüklüdür. Takımı ile birlikte yaşayan ve bu sebeple hepimizden daha derin bilgiye sahip, kimseyi kaybetmeden kazanmak için varını yoğunu ortaya koyan bir kimliktir teknik adam. Çünkü bilinenin aksine hiç te kolay değildir bir takımı kısa zamanda inşa etmek. Teknik adamlık eline bir tebeşir alıp maç öncesi tahtaya on bir isim yazmaktan ibaret olsa bu işi herkes yapabilirdi. Oysa oyuncusunun en ufak derdinden yıldızının en büyük kaprisine dek hepsini bir potada eritmek ve buradan takımın geleceğini hazırlayan bir başarı öyküsü yazmak için cesur bir yürek, sevgiye dayalı aidiyet duygusu ve alçak gönüllü bir tavır gereklidir. Bu sebeple, teknik adam kimdir sorusunun yanıtını aradığınızda bir eli yağda bir eli balda dolaşması için önüne milyonluk yıldızlar sunulmuş bir futbol takımının hocasına değil, en isimsiz oyuncularla sahaya çıkan onbirlerin oynadıkları güzel futbolun mimarına bakınız derim. Hatta bir adım ileri gidip, her futbol oynamış olanın teknik adam olamayacağını iddia ederim. Çünkü teknik adamlık, salt futbol oynamışlıktan ibaret düz bir kimlik olmayıp, ruhunda yanıp tutuşan adalet ve futbol ateşine duyduğu saygıdan ötürü hiç kimseye boyun eğmeyecek haslete sahip olmanın yanı sıra, ulaştığı başarı ne olursa olsun eserinden bir adım geride durmayı bilmektir.