Değerli dostlarım bilindiği gibi Orta Doğu coğrafyası ülke ismi fark etmeksizin çeşitli emperyalist güçlerin güç gösterisi yaptığı, ham madde arayışı içerisine girerek bölgeyi talan ettiği bir coğrafyadır. Bölgenin makus talihi maalesef sürekli böyle anılmaktadır. Coğrafya da var olan ülkelerin kaderleri bölge ile on bin kilometre mesafede olan ve bölgede herhangi toprağı olmayan ülkeler tarafından belirlenerek bugünlere gelmiş ve böyle devam etmektedir. Nitekim Filistin bu konuda çok büyük paya sahiptir. İsrail Devleti’nin temeli her ne kadar II. Abdülhamit döneminden beri atılmaya çalışılmışsa da resmi olarak kurulması 1948 yılına denk gelmiştir. O günden sonra da bölgeye barış gelmesi konusunda tüm ümitler bitmiş ve İsrail Devleti kurulduğu zaman kendisine kamuoyu oluşturma konusunda zorluk çekmemiştir. Çünkü o tarihlerde bölgede ikinci dünya savaşının izleri devam etmekteydi. Bu izlerden en önemlisi ise Almanya’da hâkim siyaset olan Yahudi karşıtlığıydı. Fakat bölgedeki siyasal dengesizliğin tek sebebi elbette İsrail Devleti değildir. Yukarıda bahsettiğimiz emperyalist ideal yaşanan siyasal rekabetin ana kaynağıdır.
Geçtiğimiz günlerde ABD başkanlığına ikinci kez seçilen Trump, Gazze’yi ilhak etmek manasına gelen bazı söylemlerde bulunmuştur. Bu söylemiyle; bölgeye kalıcı barışı getirmeyi planladığını bildiren Trump kendisiyle de çelişmiş görülüyor ki; Meksika sınırına duvar örmek gibi bir politika gütmekteydi. Taha Akyol tarafından bir megaloman olarak tarif edilen Trump, (bkz. Karar gazetesi, 07.02.2025.) geçmiş ABD politikalarını da tam olarak bilmiyor gibi gözükmektedir.
ABD, kurulduğu tarihten itibaren iç işlerine herhangi müdahale olmadığı sürece başka ülkelerin iç işlerine müdahale etmeyeceğine dair önemli bir karar almıştı. (Bkz. Monroe Doktrini, 2 Aralık 1823.) Bu doktrin ile ABD, bırakın Orta Doğu veya başka bir bölgeyi kendi kıtasında dahi emperyalist herhangi bir politika gütmeyeceğini deklere ederek tüm dünya ülkelerine duyurmuştur. Aklı başında hemen her insanın onay vereceği bu doktrin sadece sözde kalmış, ilerleyen süreçte bölgede yaşanan hemen her konuda ABD’nin parmağı olduğu görülmüştür. Burada politik olarak kendileriyle çelişmekle birlikte, emperyalist idealler uğruna da mücadele etmeye başlamışlardır. 1906-1911 yılında İran’da yaşanan mücadele esnasında ABD tarafsız politikasını sürdürememiştir. Dolayısıyla o tarihten itibaren Orta Doğu ile ilgilenmeye başlamıştır. Bu ilgilenme hadiseleri ilerde giderek artmıştır. I. Dünya savaşında yayınladığı ilkeler ile birlikte savaşa girmiştir. Bir yanda silah satıp bir yanda savaşa karşı politika izleyerek, savaştan en büyük kazancı elde eden ülke olmuştur. En az kayıpla…
Birinci Dünya savaşından sonra ülkeler birçok kayıplar vererek tekrar tarih sahnesine çıkmıştır. ABD, izlediği politika ile bölgede garantör devlet gibi görünse de aslında yaşanan emperyalist politikaların baş aktörü olmuştur. Bölgede İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya etkin gibi görünmesine rağmen ana aktör her zaman ABD olmuştur. İkinci dünya savaşına doğru giden süreçte de Yukarıda bahsedilen ülkeler tekrar savaş sahnesinde belirmişlerdir. Fakat, ABD yine tarafsız bir politik duruş sergileyeceği noktasında irade beyanında bulunmuştur. Savaşın başlaması, birçok kayıpların verilmesi ve ABD’nin yine savaşan ülkelere silah satmasının ardından; savaşın durması gerektiği beyanını Yine ABD yayınladığı Atlantik Bildirisi ile deklere etmiştir. Bu bildiriden sonra savaşa müdahil olmuştur. Kısa süre sonra savaş bitmiş, ABD, yaşanan bu mücadelede de varlığını göstermiştir.
1948 yılında İsrail Devleti kurulduktan sonra bölgede diğer Arap ülkeler ile yapılan savaşlarda ABD gizli veya açık İsrail’i desteklemiştir. Yani 1823 yılında yayınlanan Monroe doktrininden sonra bir asır geçmeden ABD, Orta Doğu’da yaşanan her politik durumda rol oynamıştır. 2 Ağustos 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez savaşında da ABD, bölgede kurduğu ittifaklar ile coğrafyada varlığını devam ettirmiştir. 2000’li yılların başında ABD yaşanan ikiz kuleler saldırısını bahane ederek Afganistan’a asker çıkarmıştır. Slogan ise tüm dünyanın bildiği üzere bölgeye demokrasi götürmek, insan hakları konusunda coğrafyaya örnek olmaktı. 2001 yılında başlayan bu harekât 2021 yılında ancak son bulmuştur. Medyaya pek yansımadı ama belki de Vietnam’da yaşadıkları gibi bir durum ile karşılaştılar. Fakat, Afganistan’da taş üstünde taş kalmadığı gibi herhangi demokratik gelişimden de söz edilemiyor halen.
ABD’nin kuruluşundan günümüze kadarki tarihine kısaca değindiğim bu yazıda. Bölgede ABD’nin uzun süredir var olduğu açıkça görülmektedir. Sayın Trump Gazze’de yaşayanların mülteci statüsüyle Mısır ve Ürdün’e geçmeleri sonucunda bölgeye hâkim olurlarsa burada demokratik bir ortamın doğabileceğini belirtmiş. Dikkatinden kaçan konuyu ben kendisine hatırlatmış olayım: ABD, bir asırdan daha uzun süredir zaten bölgede; ancak bölgede ne herhangi siyasal bir ılımlaşmaya ne de insan hakları konusunda gelişmeye ne de demokratik herhangi bir ilerleme izine rastlanmış değil…