“Bir tepsi donattım, neyim var neyim yok / Sabahtan beri baş ucundayım / Neyim var neyim yok ortada / Ben şairsem, parasızsam, bu şiiri yazmışsam / Elimdeki avucumdaki senin / Atın gideceği bir inc...

Bir tepsi donattım, neyim var neyim yok / Sabahtan beri baş ucundayım / Neyim var neyim yok ortada / Ben şairsem, parasızsam, bu şiiri yazmışsam / Elimdeki avucumdaki senin / Atın gideceği bir ince yoldur / Güvercin besler, gül satar yine sana bakarım!” Hayatı ve insanı yücelten, eğilip bükülmeden yaşayan ve aynı şekilde aramızdan ayrılan yürekli bir kavga ve sanat insanı Berin Ağabey, dört yıl önce 17 Haziran günü aramızdan ayrılmıştı. Namuslu bir hukukçu, namuslu bir şair olan Nizameddin Berin Taşan; kalbinin yerini bilen, vazgeçmeyen, boyun eğmeyen, inandığı gibi yaşamayı asla pazarlık konusu yapmayan, oportünizmle ölene kadar el ele tutuşmayan, yaşadığı her dakikayı aslanlar gibi yaşayan, onurlu, iyi bir mücadele insanıydı. 9 Kasım 1928 günü Merzifon’da doğar Berin Taşan. Merzifon İstiklâl İlkokulu’nu bitirdikten sonra, Samsun Lisesi (1947) ve Ankara Hukuk Fakültesi’nde tamamlar eğitimini. (1951) Bir hukuk adamı olmasına karşın, yazmak arzusu; bir kumrunun tüyleri altındaki yumurtası gibi hep sıcaktır Berin Taşan için. Hatta, yıllar sonra, 1985 yılında, İzmir Karşıyaka Başsavcısı olarak mesleğinden emekli olduğunda; “Ertelediğim asıl işim” dediği yazma işine dönecektir yine. Taşan’ın ilk şiiri, Varlık dergisinin, 1 Şubat 1946 tarihli sayısında yayınlanır. ’Bizden Sonra’ adındaki bu ilk şiirin içindeki mısralar, genç bir şairin geldiğini müjdelemektedir: “Biz olmasak da içinde / Yine demir alacak vapurlar / İnce ince yağacak yağmur / Zaman düşecek takvimlerden / Tutamadığımız kuşlar / Söğüt dallarını eğerken / Belki de kulaklarımız çınlamayacak / Radyoda Alişim söylenirken.” İyi ses, dünyanın öbür ucundan duyulur. Edebiyatımızın büyük kalemi Nurullah Ataç, 15 Temmuz 1946 tarihli Ulus gazetesinde şöyle yazar bu genç şair için: ”Öğütçülüğe kalkmadan, sesini yükseltip boş seslere düşmeden, yüreğimizi saran tatlı üzüncün de en büyük nimetlerden biri olduğunu bilerek söylüyor (…) Berin Taşan günün birinde bize çok güzel şiirler verirse şaşmam.” Şiirinin ya da bir yazısının ilk kez yayımlanmasının nasıl bir duygu olduğunu ancak yazanlar bilir. Anlatmaya kalkarak kendimi gülünç durumlara düşürecek imge avcılığı yapmayacağım. Şu kadarını söylemeliyim; o kadar önemli bir şeydir ki bu, hiçbir yazar ilk yazısının yayımlandığı anı unutmamıştır. Berin Taşan da unutmamıştır elbet! 1975 yılında yazdığı “Mavi Bir Kapak Üstünde Yirmi Dokuz Yıl” adlı şiirinde, bu ilk yayımlanan şiirin onda yarattığı duyguları, ilk günkü sıcaklığıyla hatırlar. “Kesip bir deftere yapıştırmışım özenle / Bir dergide çıkan ilk şiirimi / Mavi bir kapak üstünde 1 Şubat 1946 / Alt sıralara doğru yazmışlar adımı / Ama vakur duruyor bulunduğu yerde / Ne hırsla bakıyor üsttekilere / Ne alttakileri hor görüyor / Bir şubat bin dokuz yüz kırk altı / Yağmurlu, karlı bir gün olmalı / On sekiz yaşında kar ne yapar?” Daha ilk şiirinden bellidir ki; kalbinin en orta yeri, yaşadığı toplum için atan bir şair gelmektedir Türk şiirine. Adaletin, hak edişin herkes için olması gerektiğine inanmış bir hukuk adamı olarak, karanlığı çok iyi tanıyan şair, ne zaman, nereye bir karanlık çökse; herkes korktuğunda, susup bir kenara çekildiğinde bile, ışığa, aydınlığa, mücadeleye çağırır insanları: “Nereye dokunsan / Dokunduğun yerden / Dökülüp dağılıyorsa / Tuz kokuyorsa / Burası Türkiye diyerek / İngilizce sözcüklerle / Felsefe yapmak yok / Kaytarmak, özür bulmak / Bırakıp gitmek yok!” Durduğu yeri de öyle güzel bir dille anlatır ki Berin Taşan, hiç kimse dediğinden başka bir şey anlamaz. “Beni şimdi al götür / Şimdi ellerimden şimdi gözlerimden şimdi saçlarımdan / Bu kadar can ayakta bu kadar göz / Ellerim başka zaman yazmaz (...) Atın nalıyla mıhı arasında kalayım / Bir nergisi görsem yeter / Bir çocuk elime vurup kaçsa / Narın bir dişi bir kumrunun ağzında / Bir dişi bana dönük / Karaburun göğü altında / Ben hepsini aldım denize gidiyorum / Gözümün bir yanı yeşil / Şimdi / Verin benim tabancamı ırafdan” Henüz hukuk fakültesi öğrenciliği bitmeden, 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti, ödün vererek ayakta kalmaya çabalayan CHP’yi sandığa gömerek başa gelir. Türkiye’nin suyu başka türlü akmaktadır artık. İşte bu ülkenin çatır çatır yırtıldığı günlerde, mezuniyetinden hemen sonra yani, 1952 yılında, Samsun’da savcılık stajını yaparken görürüz Berin Taşan’ı. Staj sonrası ilk görev yeri olan İzmir’e gönderilir 1954 yılında. İzmir’de onu bir namus sınavı beklemektedir. DP hükümetinin “Sorumluları komünistlerdir” dediği 6-7 Eylül 1955 Olayları karşılar genç savcı yardımcısını. Heyecanlı ve hukukun üstünlüğüne inanan Taşan, ekonomik başarısızlığını ört bas etmek için kışkırtıcılık yapan iktidar yanlısı DP Ocak Başkanı H.B.’yi haklı bir gerekçeyle tersleyip, telefonla konuşmasına izin vermediği için, önce uyarı cezası alır, birkaç gün sonra da Gümüşhane Şiran’a tayini çıkarılır. Bu daha başlangıçtır. Orada da rahat yüzü görmeyecektir Taşan. 1957 seçimlerinde, kendilerine ayrıcalıklı davranmadığı bahanesiyle Şiran’daki DP’liler tarafından ihbar edilen şair, bu kez İzmir Karaburun’a (Mordoğan) sürülür. Karaburun bir mahrumiyet bölgesidir o zamanlar. Şiir yine yanı başındadır şairin. Köy Enstitülü ilerici öğretmenlerin yayımladığı İmece dergisinde çıkan bir şiirinden, Türkiye İşçi Parti’sinin yayın organında alıntı yapılması üzerine bu kez de Karaburun’dan Sinop’a sürgün edilir Berin Taşan. (Meraklısına Not; Barlas Küntay adlı bir yazar, yayınlanan bu şiiri, Haber gazetesindeki köşesinde iktidar organlarına ihbar etmiştir.) Ya sus, boynunu eğ, ortağı ol haksızlığın işinde yüksel ya da dürüst ol, konuş oradan oraya sürül! ‘Ya içindesin bu çemberin ya da dışında yer alacaksın’ demiş ya Murathan Mungan, ne güzel demiş. Namus sınavında, yüreği elinde yollara düşer Berin Taşan. Ayağında sağlam bir ayakkabı, elinde namuslu çantası, ağzında her zaman yeşil, direnen bir şiir! İnanmış bir yüreği yenmek mümkün müdür? Birinin uykusu kaçacaksa, hainlerin, işbirlikçilerin gecesi uzun olsun. “Güneşin önüne bir bulut gelmesin / Nasıl da seviniyorlar / Nasıl da bayram yapıyorlar öyle / Sanki hiç buluttan çıkmayacakmış gibi / Göğsümüzün üstünde bir karabasan / Viyana dönüşünden bu yana / Yağmuru bahane ediyor / Rüzgârı bahane ediyor / Bastıkça bastırıyor / Sanki hiç kalkmayacakmış gibi / Göğsümüzün üstüne bağdaş kurup oturmuş / Uşağı var / Köpeği var / Ama niçin geceleri uyku girmez gözüne / Bir kuş kanat çırpsa korkar?” Kuşkusuz bu kısacık yazının da bir gücü vardır. Koskoca Berin Taşan’ı buncağız kısalıkta bir yazıya sıkıştırmaya çabalamak ne nafile bir uğraş! Bu yüzden ben rotamı, şairin Sinop günlerine çevireceğim. Çünkü mücadelesi kristal gibi ışıl ışıl olan Berin Taşan’ı en çok Sinop’ta öncülük ettiği bir eylemiyle tanıyıp anlayabiliriz bence. Bu eylem hem mesleğimi ilgilendirdiği için hem de bunu kimseler yazmadığı için yazacağım. Berin Taşan, birçok konuda kalem sallamış olsa da tek bir oyun yazmıştır. Bunu da Sinop Cezaevi Savcısı olduğu günlerde yazmıştır: “İçerdeki Adam”! Bu oyunun harika bir de hikâyesi vardır. 1968 yılında Sinop Cezaevi’nde bir uygulama başlatır ilerici savcı. Her yılın 2 Ağustos gecesi bir gece düzenlemek; bu gecede de hükümlülerin sosyal etkinliklerini halka ve bölge bürokratlarına sunmak! Buradan elde edilen gelirle de yoksul hükümlülere yardımda bulunmak! Cezaevinde bir de tiyatro oynatmak ister Savcı Berin Taşan. Ancak bir sorun vardır. Devlet ve bürokrasi nedeniyle hükümlülerin oynayacağı oyunu seçmek büyük bir sıkıntıdır. Bir gün hükümlüler Savcı Taşan’ın karşısına dikilirler. Çok isteklidirler bu gece için: “Madem ki bu geleneği siz kurdunuz Savcı Bey, sürdürmek de istiyorsunuz, bizim oynayabileceğimiz, bizi anlatan, sade, dekorsuz, içinde kadın olmayan, çalışmanın, bir işe sahip olmanın iyiliğini anlatan bir oyun bulun, böyle bir oyun yoksa oturup siz yazın!” Yaptığı işin güzelliğine ve doğruluğuna inanan çalışkan Savcı, hükümlülerin samimi önerisinden etkilenir ve kolları sıvayıp işe girişir. Kısa bir sürede ortaya tek perde, dört bölümden oluşan bir oyun çıkar. Oyun, oyunu yorumlayacak insanları temsilen, bir mahkûmun gerçek hikâyesinden kurulur. Kız kaçırma, kan davası, hapiste üstünlük savaşları, cehaletin hazin sonuçları, yalancı şahitlikler yüzünden başa gelen haksızlıklar ve buna benzer kısa kısa hikâyeler, ustaca birbirine bağlanmıştır “İçerdeki Adam” adlı oyunda. 12 hükümlü oyunculuk yapacaktır: Güngör Özkan, İsmet Hastürk, Ahmet Böke, İlyas Şoris, İsmail Hakkı Ülkümen, Kılıçaslan Hotamış, Rahmi Ayar, Erdoğan Ernes, Atilla Tanzer, Mehmet Kabadayı, Muzaffer Acar ve Yusuf Özçelik. Bu hummalı günlerde Şadan Gökovalı, dostu Berin Taşan’ı ziyarete gider Sinop’a. Şöyle anlatır oyun için yapılan heyecanlı hazırlıkları: “Sinop Kalesi’nde ayak bastığımız avlunun bir köşesinde odun kırıklarından, tahta parçalarından kotarılmış sahnede bir takım adamlar kıpraşıyor. Şaşkınlığımı gören Berin Ağabey açıklıyor: Mahkûmlar, kendileri için benim yazdığım “İçeridekiler” adlı oyunu prova ediyorlar.” ( Şadan Gökovalı’nın 5 Şubat 2017 tarihli 9 Eylül Gazetesi’ndeki ‘Berin Taşan Sokağı’ adlı yazısından alıntı) Şadan Gökovalı şahane bir ayrıntıdan daha söz ediyor yazısında. Diyor ki; “Yukarıdakiler” hoş bakmasa da, yurt içinde ve dışında büyük ilgi görmüştür bu girişim. Bir gün, bir telgraf alır Savcı Berin Taşan. Şunlar yazılıdır telgrafta: “İçerideki Adam’ı görmek için Sinop’a geliyorum.” Telgrafı çeken, Mevlana hayranı İtalyan Türkolog Prof. Dr. Anna Masala’dır. Oyun, ilk olarak 2 Ağustos 1970 Pazar gecesi, Sinop Çocuk Cezaevi bahçesinde sahnelenir. Bu sıradışı tiyatro oyunuyla ilgili yayımlanan gazete haberlerinden anladığımıza göre, 1000 kişi civarında seyirci önünde, büyük bir başarıyla sahnelenir İçerdeki Adam. ‘Sinop’a Tercüman Gazetesi’ adındaki yerel basın organında, “Türkiye’nin Diğer Cezaevlerinde İsyanlar Çıkarken Sinop Cezaevinde Hükümlüler Halka Konser Veriyor” başlığıyla o geceyi yazan N. Basri Özgen adlı bir gazeteci, 3 Ağustos 1970 tarihli yazısında bakın neler söylüyor: “Sinop Cezaevi Kültür Kolu tarafından, fakir hükümlüler yararına geçen Pazar günü akşamı Çocuk Cezaevi bahçesinde bir konser verilmiştir. Gece geç saatlere kadar devam eden konseri bini aşkın davetli ilgi ile izlemiştir. Her yıl Sinop Festivali’nin ikinci günü Cezaevi Kültür Kolu tarafından düzenlenen ve anane haline gelen bu konserlerin ilki 1968 yılında verilmiştir. Bu yıl festival yapılmamasına rağmen Cezaevi Kültür Kolu bu ananeden vazgeçmemiş ve Cezaevi Savcısı Berin Taşan’ın önderliğindeki bir buçuk aylık olağanüstü çalışmalar sonucu unutulmaz bir konser hazırlamışlardır. Önce Savcı Berin Taşan’ın yazdığı (İçerdeki Adam) adlı piyesi oynayan hükümlüler kendi yaşantılarını dile getirmiş ve adeta profesyonel sanatçılara taş çıkartırcasına temsili baştan sona kadar başarı ile oynamışlardır. Hemen akla şöyle bir soru geliyor. Peki kendilerinden ıslah olmaz diye ümit kesilen bu azılı hükümlüler nasıl oluyor da burada, Savcı Berin Taşan’ın tabiriyle kuzu gibi oluyorlar? Bu üzerinde hassasiyetle durulacak bir husustur. Burada Berin Taşan’ın insancıl tutumunun ve telkin kabiliyetinin çok mühim rolü vardır.” Sadece bu mu? 14 Ağustos 1970 tarihli Milliyet gazetesinde, “Savcı Yazdı Mahkûmlar Oynadı” başlığıyla Hasan Pulur da o geceyi köşesinde yazar, toplanan paranınsa 1.800 TL olduğunu bildirir. 16 Ağustos 1970 günü İçerdeki Adam Cumhuriyet’te haberdir bu kez. Ardından Tiyatro 70 dergisinin Eylül 1970 tarihli 7. sayısında da Berin Taşan’ın tiyatro üzerinden sanat aydınlığını cezaevine soktuğu tüm ülkeye duyurulmaktadır. Oyunun yaşam gerçeğinden beslendiği ya da duyguları sömürmekten uzak sesi, en çok “Halı Atölyesinde” adlı final bölümünde belirginleşir. Halı atölyesine gelene kadar uğradıkları haksızlıklara karşı intikam sözü eden, her akşam firar planları yapan Ali ve Cemal adlı hükümlüler, üretimin gücü karşısında, üzerinde yapraklar ve kuşlar olan bir halıyla sembol edilen umudu keşfederler. Barışı, kardeşliği, affetmeyi, direnmeyi ve vazgeçmemeyi! -Biz bu halıyı dokur muyuz Ali sen bana onu söyle? -Dokuruz elbet. Bu halıyı en güzel biz dokuruz. Biz yatıyoruz kan gütmeden.Tabancadan, bıçaktan biz yatıyoruz. Bir avuç toprak için bizi vurdular. Bizim sevdiğimizi aldılar elimizden. Bu halıyı dokumadan çıkmayız. - Gücümüz yeter mi buna dersin? - Yüz kişi birden başlarız dokumaya, yüz kişi bir tezgâhta. - Halay çeker gibi, horon teper gibi, düğün alayına gider gibi yüz kişi bir arada, yüz kişi aşkla, severek, umutla, hırsla, bir anda yüz ilmek, düşün bir kere yüz göz, yüz yaprak, yüz kanat, bitecek Ali bu halı bitecek... Sizi bilmem ama ben bu yazıyı yazarken, ulu bir çınar ağacına aşağıdan bakan bir çocuğun şaşkınlığı içindeydim hep. Sahip çıkılırsa nelerin başarılabileceğine hayretle inancını arttıran bir çocuğun coşkulu şaşkınlığı içinde! Hani Berin Taşan’ın bir şiirinde anlattığı şey tam da bu olmalı diye düşünüyorum: “Kapruz kökeninde kanlanır / Civcivin sahibi çıkmazsa / Elbet şahinin tırnağında sallanır.” “Eğip Bükmeden Eğilip Bükülmeden” kitabında, “Sinop Kalesi'nde Dokuz Yıl” başlıklı makalesinde şöyle yazar yıllar sonra şair: “İyi ki o şiirleri yazmışım, o eylemleri yapmışım. Yoksa Şiran’ı, Sinop’u nasıl görecektim? Şiran’daki çoban, Sinop Kalesi'nin üstünde açan aslanağzı şiirlerime nasıl girecekti? Sabahattin Ali’nin gaz lambası altında şiirlerini, hikâyelerini yazdığı Sinop Cezaevi’nin o ünlü Karadağ koğuşunu, koğuş arkadaşı Sinoplu Mustafa Kuşüzümü’nü nasıl görecektim, nerden bilecektim?” 1960 yılında, ‘Ellerim, Gözlerim, Yüreğim’, 1969’da ‘Yüzünün Bir Yanında’, 1986’da ‘Önce’ ve 2001 yılında da şiirlerinden seçki yapılarak oluşturulan ‘Şahdamarından’ isimli dört şiir kitabı; 1975 yılında yayımlanan, Zeyniye Tarikatı Şeyhi Merzifonlu Şeyh Abdurrahim Rumi (1390 - 1458) adıyla büyük büyük dedesini anlattığı bir incelemesi vardır şairin. 1964 yılında yazdığı ‘Cezaevinden Sonra’ ve 1976 yılında kaleme aldığı ‘Ağır Cezalı 300 Karar’ adında iki incelemesi de olan Berin Taşan, 2005 yılında ‘Bir Tanığım Kalsın’ adıyla anılarını da yazar. Son kitabıysa, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Yayınları’ndan Mayıs 2013 tarihinde çıkan, ‘Eğip Bükmeden, Eğilip Bükülmeden’ isimli kitaptır. “Korka korka değil, usul usul değil / Elim yüreğimde çarpa çarpa geldim / Aç kapıyı bak ne diyeceğim / Bir senin ellerinden, bir senin gözlerinden / Dişlerinden dudaklarından / Nergisler Ocak ayında açtı / Kendimden bahsetmeyeceğim / Yediveren güllerden / Duvardan sarkan güllerden / Çocuklardan, sabah erken okula giderlerken / Atlardan bahsedeceğim / Kan ter içinde atlardan / Aç kapıyı bak ne diyeceğim / Ne kadar küsülü çocuk varsa barıştırdım, oynuyorlar / Tam kırk çeşit sarmaşık gül buldum / Penceremin dibinde açacak / Ekinleri dolu vurmadı / Çekirge gelmedi / Kurak olmadı / Yorgunum demeyeceğim / Bir evimiz olsa demeyeceğim / Yüreğim daralıyor demeyeceğim / Bir baksan gözlerime / Başını çevirmeyeceksin / Yürüyüp gitmeyeceksin / Elini çekmeyeceksin / Bir baksan gözlerime / Dağda yakılmış ateşler göreceksin / Aç kapıyı kim geldi bak / Bak nasıl havalandı güvercin / Açmam diyemezsin artık / Aç!” Türkiye Yazarlar Sendikası Onur Plaketi sunulur şaire yetmiş yaşında. 33 yıl savcılık yaptıktan sonra emekli olduğu son görev yeri olan İzmir Karşıyaka’da da, Kemal Baysak başkanlığı döneminde Adliye’nin bitişiğindeki sokağa onun adı verilir. 19 Haziran 2018 Salı günü, bir avuç insan Alsancak Hocazade Camisi’nden Berin Taşan’ı sonsuzluğa uğurlamıştık. Orada olan yüz kişiye yakın kişinin ne diyeceğini bilmez hüzünlü, şaşkın halini, en güzel Yunus Bekir Yurdakul’a başsağlığı dilediğimde bana söylediği sözler anlatıyor sanki: “Berin Ağabey öyle bir adamdı ki Hayro, biz hayhuyu bahane ederek birbirimizden kopmayalım diye böyle bir son numara yaptı bize! Birarada olalım, birarada kalalım diye!” Işıklar içinde uyu Berin Taşan. Sana teşekkür ederiz. Hani bir şiirinde bağıra bağıra elinin neden kanadığını anlatıyorsun ya, o ellerine Sinop’ta yazdığın oyunun finalinde, Ali’yle Cemal’in dokuduğu halıdaki kuşlar konsun. Karışıp gitsen de gökyüzündeki yıldızlara, seni unutmadık! “Gece yarısı uyanınca anladım / Elimi kesmişler kanıyor (...) İlk kez omuzundan tutmuştum, hep kaçıyordun / Şiirle kestim sözünü gülümsedin / Birden çınar mı devrildi, fayton mu sarstı / Denizden bir dalga mı vurdu yüzüme / Gözlerini elime bakarken yakaladım / Elime bir şey mi olmuştu, unutmuştum / Sargının üstüne çıkmış kanım / Sana söyleyecektim, saklamayacaktım / Önce kara gözlüklü adamı aradım çalıştığı yerden / Bir meyhanede görevli, rapor hazırlıyor dediler / Kapı arkasında pazarlık yaparken yakaladım, bırakmadım / Üstüne vardıkça küçülüyor / Hain, sinsi, kalleş / Kara gözlüklerinin ardında / Saklandığını sanıyor, dosyayı önüne kapatıyor (...) Ağustos ayında bir pazar / Bir çınar altında yan yana / İlk okulda ders aralığında, zil çalacakmış gibi / Koşar adım coşkuyla gülümseyerek / Gökyüzüne bakıyoruz dalların arasından / Çınarın yaprakları ellerime benziyor / Ellerini tutmak için uzanmış (...) Hepsi birden masanın üstüne düştüler / Masanın üstündeki cam kırıldı / Camlar dosyaya girdi, dosya dağıldı / Adamı bulamadım, adam kayboldu / Döndüm üstü girilmez yazılı buzlu camlara / Bir damlası öldüren zehir saklı camlara / Gerilip gerilip de vurdum / Tam canevine, şah damarına / Uşağına, yanaşmasına / Bıçakçısına çanakçısına / Gerilip gerilip de vurdum / Elim ondan kanıyor, kanasın!”