Bugünün dünyasında ekonomik gelişmeler, siyasete doğrudan ve çok etkili şekilde yön veriyor. Mustafa Kemal’in cumhuriyetin kuruluş yıllarında söylediği “Ekonomik bağımsızlığı olmayan ulusların, siyasa...

Bugünün dünyasında ekonomik gelişmeler, siyasete doğrudan ve çok etkili şekilde yön veriyor. Mustafa Kemal’in cumhuriyetin kuruluş yıllarında söylediği “Ekonomik bağımsızlığı olmayan ulusların, siyasal bağımsızlığından söz edilemez” cümlesini bu aralar o kadar çok anımsıyor ve üzülüyorum ki… Keskin doğruluk payı olan bir cümle bu... 95 yıl öncesinde söylenmesi ise ayrıca önemli… Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına koşar adım ilerliyoruz. Şunun şurasında üç yılımız var. 2023 yılında Cumhuriyetimizle daha büyük kıvanç duyacağız kuşkusuz. Ancak bir asırda neleri başardığımızı, neleri başaramadığımızı, kalkınma yarışına bizden çok sonra adım atan ülkelerin, bugün neden fersah fersah ilerimizde olduklarını sorgulamamız gerekmez mi? Gelmek istediğim nokta şu: AKP hükümetleri, 18 yıllık iktidarlarında çoğu kez süslü cümlelerle donatılmış hedefler koydular önümüze. Özellikle de ekonomide… // DÖVİZİN TEK YOLU İHRACAT Geçen hafta açıklanan Temmuz ayı ihracat rakamlarına bakınca, “Yahu n’ooldu şu bizim 2023 hedeflerine?” diye sorasım geldi. Bu yılın ilk 7 ayındaki ihracatımız 90 milyar dolar ile geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 13,7 düşmüş. Son 12 aylık ihracat rakamı ise 166,5 milyar dolar ile önceki 12 aylık döneme göre yüzde 8’lik gerileme kaydetmiş. Bu sonuca ulaşılmasında pandemi döneminin de etkisi var kuşkusuz. Ancak üretim yapımızdaki yapısal katma değer sorunu devam ediyor ve nedense ısrarla görmezden geliniyor. Temmuz ayı ihracat rakamları sonrasında Sayın Ticaret Bakanı ve ihracat camiasından gelen açıklamalara bakıyoruz, yapısal sorunlardan hiç bahis yok. Sayın Bakan “2020’nin en yüksek ihracat değeri ve karşılama oranı” olduğuna vurgu yapıyor, geçen ay 41 bin firmanın ihracat yaptığını söylüyor. Sonrasında sektörel bazda yaşanan ihracat ivmelerine dikkat çekiyor. Kimse kusura bakmasın ama yaşanan sorunun etrafında dolanıp, özüne inmemektir bunun adı. Cari açık düşer, “Yaşasın, ekonomi kendi artık kendi ayakları üzerinde duracak, dış kaynağa ihtiyaç durmayacak” deriz. Cari açık yükselir, “Yaşasın ekonomimiz durgunluktan çıkıyor” diye seviniriz. Her zaman kendimizi inandıracak bir yalan bulmakta pek mahiriz. Bugün… Döviz kurları hızla artıyor, turizm kaynaklı döviz gelirlerimiz sıfıra yakın durumda. Merkez Bankası’nın rezervinin eksiye düştüğünü cümle âlem biliyor. Buna karşılık gerek şirketlerin gerekse vatandaşın döviz talebi atıyor. Para kazanmamız gerekiyor kısacası. Bunun da tek yolu da ihracatta. Hayal dünyasında gezmeyi, birbirimize propaganda yapmayı, sorunları yokmuş gibi görmeyi, ortada kabak gibi duran berbat ekonomi yönetimini dış güçlere, emperyalizme, Ayasofya’yı ibadete açtık diye bize diş bileyenlere fatura etmeyi bırakalım. Gülünç oluyoruz. // 2011’İ HATIRLAYALIM Kısa bir anımsatma yapalım mı? Türkiye, 2023 yılı ekonomik hedeflerini ilk kez 2009 yılında duymaya başlamıştı. 2007 genel seçimlerinden itibaren AKP’nin TOBB’a karşı mesafeli duruşu öne çıkarken, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) adeta partinin ekonomi masası gibi çalışmaya başlamıştı. Manzara bugün de çok farklı değil. TİM, 2011 genel seçimlerinin hemen öncesinde, 19 Nisan 2011 tarihinde 2023 hedefleri için eylem planını hazırlamıştı. O açıklamada TİM yönetimine 500 milyar dolar ihracat da yetmemiş olacak ki, ihracat çıtasını 545 milyar dolara çıkarmışlardı. Ne güzel günlerdi… 2023 yılında, 500 milyar dolar ihracat, 500 milyar dolar ithâlat, 1 trilyon dolar dış ticaret hacmi, 25 bin dolar kişi başına milli gelir düzeyi, dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmiş bir Türkiye... Gerçekten de kulağa hoş gelen hedeflerdi. // İLK 10’A GİRECEKTİK… Ancak daha o yıllarda bile 2023’e kadar ulaşılmasının mümkün olmayacağı bilinen bu hedefleri; siyaset kurumu ve iş dünyası sorgusuz sualsiz savunmaya devam etti. İğneyi kendimize batıralım… Gazetecilerin de büyük çoğunluğu bu hedeflerin gerçekçi olmadığını bile bile sayfalarına taşıdı. Açıklanan hedeflere göre, Türkiye'nin 2023 yılında Gayrı Safi Yurt İçi Hasılası (GSYH) 2 Trilyon 150 Milyar Dolara ulaşacak, böylelikle dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girecekti. Bu rakama ulaşmamız için 2011-2023 yıllarını kapsayan 12 yılda Türk ekonomisinin “her yıl ve kesintisiz olarak en az” yüzde 10 büyümemiz gerekiyordu. Bu durumda 2023 yılında GSYH 2.2 Trilyon Dolara ulaşıyordu. Türkiye’nin potansiyel büyümesinin azami yüzde 5,5 olduğu, Cumhuriyet tarihi ortalamasının da bu yüzdeye yakın gerçekleştiği, bu büyüme oranının üstü zorlandığı takdirde ekonomide tanıdık hastalıkların nüksettiği bilinmesine rağmen, her yıl en az yüzde 10 büyüneceği masalına hemen herkes inandırıldı. İşin bir de kara mizah tarafı vardı. O yıllarda aynı Hükümet tarafından açıklanan Orta Vadeli Ekonomik (OVP) Programlarda büyüme hedefleri en çok yüzde 5 olarak belirtiliyordu. Yani iktidar kendi kendisini yalanlar pozisyondaydı. // MİLLİ GELİR HEDEFİ… Devam edelim... Türkiye’de bugün kişi başına milli gelirde 9 bin 100 dolar seviyesinde. Son 10 yıldır 9 ilâ 11 bin Dolar arasında kolan vuruyoruz. Buna karşılık defalarca açıklanan Orta Vadeli Program’larda 2020 yılı milli gelirinin 13 bin dolar seviyesinde olması gerekiyordu. Olmadı, olamazdı… Çünkü yaptığımız ihracattan para kazanmıyor, katma değer yaratamıyor, yükte hafif pahada ağır ürünler üretemiyoruz. İhraç mallarının yüzde 92'si sanayi ürünleri olarak gözükse de bu mallar bizi hamaliye yapmaktan öteye taşımıyor... Aslına bakarsanız, Türkiye’nin yaşadığını orta gelir tuzağı değil, “düşük teknoloji tuzağı” olarak adlandırmak daha doğru. Türkiye'nin 2011-2023 yılları arasında her yıl “kesintisiz olarak” yüzde 10 büyüdüğünü varsaysak bile 2023 yılında fert başına milli gelirimiz 20 Bin Doları ancak yakalıyordu. Yani hedeflenen 25 bin Dolar rakamı yine yakalanamıyordu. // İHRACATTA HEDEF GERÇEKÇİ Mİ? Gelelim ihracata… 2019 yılı ihracatının sadece yüzde 2 artışla 180,4 milyar dolar olarak gerçekleşmişti. 2023 hedeflerinde ise senaryomuz şuydu: İhracatımız 2011-2023 yılları arasında her yıl yüzde 12, Türkiye'nin büyüme oranı ise kesintisiz olarak her sene yüzde 10 artarsa, 2023 yılında ihracat rakamı 467 Milyar Dolara geliyordu. Yani hedefe ulaşamasak bile, en azından çok yaklaşıyorduk. İhracatta soluğumuzun tıkandığı çok net şekilde görülüyor. Toplam ihracatımız içinde yüksek teknolojili ürünlerin payı yüzde 5’i bile bulmuyor. Ar-Ge harcamalarına aktardığımız kaynak milli hasılamızın yüzde 1'i bile değil. Ve sıkı durun: Bıraktım ulaşılmasını, hayal bile edilmesi mümkün olmayan bu hedefler hâlâ –lafta da olsa- geçerli. Siyasi iktidar mensubu bir kişi bile “şu hedefleri gözden geçirelim” demiyor, diyemiyor… // 1983’DE 19’UNCUYDUK Türkiye, katma değeri yüksek ürünleri üretmedikçe, ihracatını bir noktaya kadar artırabiliyor. Manzara apaçık ortada… Rakamlar da bunun kanıtı. Hülasa; ne kadar büyüdüğümüz, ne kadar ihracat yaptığımız elbette önemli. Ancak bu rakamlar kalkınmışlık göstergeleri arasında ön sıraları almamıza yetmiyor. Şu örnekten hareket edelim: Türkiye 1983 yılında dünyanın en büyük 19'uncu ekonomisiydi. Bugün de 19’uncu sırada. 37 yılda kaydettiğimiz ilerleme ortada. Buna karşılık kişi başına gelirde 66'ıncı, insani gelişmişlik endeksinde 90'ıncı, özgürlük ve demokrasi standartlarında ise 120'inci sıradayız... Büyümek ile kalkınmak arasındaki farkı bu rakamlar en acı yüzüyle gösteriyor bizlere...  

TÜRK BASINININ TEK SORUNU TİRAJ MI?

Türkiye İstatistik Kurumu’nun önceki hafta açıkladığı “Yazılı Medya İstatistikleri-2019” verileri, Türk basının geldiği düşündürücü durumu özetliyor. Türkiye’de yayın yapan gazete ve dergi sayısı, 2019 yılında bir önceki yıla göre yüzde 8 azalarak 5 bin 485 olmuş. Gazete ve dergilerin tirajlarında, sayısal azalışlarına paralel olarak yüzde 8’lik düşüş var. 2019 yılında yayımlanan gazete ve dergilerin yıllık toplam tirajı 1 milyar 259 milyon olarak gerçekleşmiş ve bunun yüzde 94,2'sini gazeteler oluşturmuş. Son 3 yılda gazete tirajlarının yarı yarıya azaldığı anlaşılıyor. 2020 yılı rakamlarında pandeminin de etkisi ile daha dramatik düşüşler yaşayacağımızı söylemek güç değil. // HABERE OLAN İHTİYAÇ Soru şu: Gazeteciler bu sonucu doğru çözümleyebiliyor mu? Sanmıyorum… Evet, tüm dünyada gazete tirajları azalıyor. Evet, tüm dünyada insanlar basılı gazeteden uzaklaşıyor. Ama düşüşler, bizdeki kadar dramatik değil. Doğru ve tarafsız habere olan ihtiyaç her ülkede ve her geçen gün artıyor. Tıpa tıp aynı başlıkla çıkan, önüne gelen basın bültenlerini sorgulamadan sayfalarına taşıyan, özel haber üretmeyen, vatandaşın sorunlarına duyarsız bir basın organının; ister gazete, ister TV, isterse internet sitesi olsun; okunması ve izlenmesi mümkün değil. İstanbul seyahatlerimde defalarca tanık oluyorum… Vatandaşımız, ulusal gazete olarak bildiğimiz pek çok yayın organını metrolarda ve benzincilerde eline bedava tutuşturulduğu hâlde almıyor. Bilet gişelerine konulan insan boyundaki balyalar olduğu gibi geri dönüşüme gidiyor. // HABER KAYNAĞI SOSYAL MEDYA MI? İnsanımız gazete ve TV’lerden umudu kesince, haber kaynağı olarak sosyal medyayı kullanıyor. Birkaç ay önce verileri derinlemesine paylaşmıştık (Ege Telgraf, 23,3,2020). Her gün ortalama 4 saatini internette, bunun 2.24 saatini sosyal medyada geçiren insanların ülkesinde yaşıyoruz. Türkiye’de 43,4 milyon Watsapp, 38 milyon Instagram, 37 milyon Facebook, 28,4 milyon Tik Tok ve yaklaşık 12 milyon Twitter kullanıcısı var. Habere erişimde de akıl almaz değişimler gözlemliyoruz. İnsanımızın habere erişim kaynakları arasında da internet haber siteleri ve sosyal medya öne çıkıyor. Bu mecralarda yayınlanan deli saçması haber ve yorumlar, birkaç dakika içinde milyonlarca insanımızın önüne gelebiliyor. Basılı gazeteden haber alma alışkanlığı, internetin yarısı kadar. Ve korkutucu bir hızla düşmeye devam ediyor. Benim gibi yazılı basında görev yapmış, hâlâ gazeteyi tutarak okumaktan hoşlanan, parmaklarını mürekkep lekesi yapmaktan keyif alan insanlar için moral bozucu bir manzara bu. // GAZETECİLİK BİTİYOR MU? 2008 yılında Türkiye’de 15-29 yaş aralığındaki insanların gazete okuma alışkanlıkları yüzde 72 iken, 10 yıl sonra, 2018 yılında bu oran yüzde 22’ye düşüyor. Hepimiz için on puanlık sınav sorusu şu: Gazetecilik bitiyor mu? Hep söyledim, hep yazdım, hep yazacağım. Gazetelerin tirajlarına ve attıkları -kelimesi kelimesine aynı- başlıklara bakarak, mesleğin geldiği acınası durumunu yorumlamaktan, katı genellemelerden lütfen kaçının. Gazetecilik ölmedi, asla da ölmeyecek. 61 yılını geride bırakan Ege Telgraf gibi iyi gazete yapan, iyi haber yazan, kamuoyunda ses getirecek işlere imza atanlar oldukça, bu meslek öldürülemez… Gazeteciliğin okura ulaşma mecraları şekil değiştirebilir ancak hakikate olan aşk, asla dinmez… Basının gerçek sorununun tiraj düşüşleri değil, “inandırıcılık sorunu” olduğunu anlamamız gerekiyor.  

ÇOK YAŞA EGE TELGRAF…

Doğrusu bu ya, ülkelerin ekonomik gelişmişlik göstergelerinin başında medyanın gücü ve etkinliği geliyor. Pek anımsanmak istenmese de bu durum ülkemiz için de geçerli. Kalkınmasını ve siyasal gelişimini; demokrasisi ile taçlandıran ülkelerin hemen tümünde, basının başlı başına bir erk olması elbette tesadüf değil... Soran, sorgulayan, kuşku duyan, kül yutmayan toplumların sesi ne kadar gür çıkıyorsa, siyasal demokrasi ve basın da o denli güçlü oluyor. Karşılıklı bir al-ver egzersizi bu… Gazeteciliğin handiyse sahtekârlıkla anlamdaş algılandığı bugünün Türkiyesi’nde ise durum yürek burkucu. Ancak adeta okyanusta tek başına yüzmek zorunda kalan başarılı örnekler de yok değil. Tam 61 yıldır yayın hayatını sürdüren Ege Telgraf böyle bir gazete. Meslek ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olan bu sütunlarda, 1 Ekim 2016’dan bugüne, hiç ara vermeden sizlerle birlikte oluyorum. Kimi zaman zülfiyare dokunsak da, mesleğin namusuna el sürmemeye özel bir dikkat sarf ediyoruz. Samimiyetle söylemeliyim ki, aktif gazetecilikten koparak köşe haberciliğine soyunan benim gibilere sunulabilecek en özgür düşünce ortamı var Ege Telgraf’ın sayfalarında. Türkiye’de 50 yılı bulan şirketlerin sayısı bile parmakla gösterilirken, İzmir’de bu başarıyı 61 yıldır sayfalarında taşıyan bir gazetede yazmak gerçekten büyük keyif… Can ağabeyin (Suphandağlı) zamansız vefatının ardından gazeteyi tek başına sırtlayan Aylin Suphandağlı’nın yönetiminde genç kardeşlerim, kıdemli ağabeyleri ve ablaları ile kafa kafaya vererek ses getiren haberlere imza atıyor. Ve elbette onca siyasal çalkantıya, baskıya; aralarında sadece Türkiye’yi değil, bütün dünyayı sarsan ekonomik krizlere rağmen; Cumhuriyet devriminin ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalarak 61 yıl ayakta kalmak güçlü bir alkışı hak ediyor. Nice yıllara Ege Telgraf… HAFTANIN SÖZÜ Kıyıyı uzun süre önce gözden kaybetmedikçe, yeni yerler keşfetmek mümkün değildir. Andre Gide