Sayın Cumhurbaşkanı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik eleştirilerinde çoğu kez Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Genel Müdürlüğü’ne atıfta bulunuyor, “SGK’yı batırmış biri, Türkiye’yi yöne...

Sayın Cumhurbaşkanı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik eleştirilerinde çoğu kez Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Genel Müdürlüğü’ne atıfta bulunuyor, “SGK’yı batırmış biri, Türkiye’yi yönetme iddiasında bulunamaz.” eleştirisini yöneltiyor. Baştan anlaşalım. Benim görevim, Sayın Kılıçdaroğlu’nun savunuculuğunu yapmak değil. Sayın Cumhurbaşkanı’nın o döneme yönelik eleştirisinde elbette haklı olduğu noktalar var. Tam bir yönetim beceriksizliği sergilenen, hükümetlerin ortalama ömrünün bir buçuk sene olduğu 90’lı yıllardan söz ediyoruz. Tel tel dökülen iktidarların, en başarısız olduğu alanların başında sağlık ve sosyal güvenlik sitemi geliyordu. Bu başarısızlık, elbette vatandaşın siyasi tercihlerini de etkiliyordu. 5 YILDA 11 BAKAN DEĞİŞMİŞ Üşenmedim, Aile ve Çalışma Bakanlığı’nın internet sitesinden basit bir araştırma yaptım. Kemal Kılıçdaroğlu, 1994-1999 yılları arasındaki 5 yıllık SSK Genel Müdürlüğü döneminde tam 11 çalışma ve sosyal güvenlik bakanı ile çalışmış. Bu bakanlar sırasıyla; Mehmet Moğultay, Nihat Matkap, Aydın Güven Gürkan, Ziya Halis, Ateş Amiklioğlu, Mustafa Kul, Emin Kul, Necati Çelik, Nami Çağan, Hakan Tartan ve Yaşar Okuyan… Ortalama altı ayda bir bakan değiştiren bir sosyal güvenlik sisteminin dikiş tutması mümkün mü? Elbette hayır… Pekâlâ başarısızlığın faturasını sadece SSK Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu’na havale etmek haksızlık olmuyor mu? Varsa bir başarısızlık –ki var- o yıllarda görev yapan başbakanların ve bakanların asıl sorumlu olduklarını unutacak mıyız? Siyasi sorumluları bir kenara bırakarak, bir bürokratı günah keçisi ilan etmek çok anlamlı değil. Gelelim bugüne… CHP İzmir Milletvekili Kani Beko, AKP iktidarında 2003-2020 yılları arasında Sosyal Güvelik Kurumu’nun (SGK) zarar tablosunu araştırmış ve ilginç sonuçlara ulaşmış. Buna göre 18 yıllık dönemdeki açık 430 milyar TL’ye yaklaşıyor. BUGÜNDEN KİM SORUMLU? Pekâlâ bu durumdan kimi sorumlu tutacağız? SGK’nın mevcut başkanını mı? Sözgelişi, 2 Ocak 2020’de göreve başlayan SGK Başkanı İsmail Yılmaz, ilerleyen yıllarda siyasete atılsa, 2020 yılındaki 70 milyar TL’lik açıktan sorumlu tutulabilir mi? “Eyy İsmail Bey, sen SGK’yı 2020 yılında 70 milyar TL zarara uğratmışsın, daha SGK’yı yönetmekte başarılı olamamışsın, ne işin var siyasette!” denilebilir mi? Dense, anlamlı olur mu? Ve başlıktaki soru… Son iki yılda Merkez Bankası’nın 130 milyar doları adeta buharlaştı ve en önemli Cumhuriyet kurumlarından biri, eksi 50 milyar dolarlık rezerve indi. Şimdi bu durumun sorumlusu olarak, anılan dönemde TCMB Başkanlığı yapan Murat Uysal’ı mı sorumlu tutacağız? SORUMLU SİYASETÇİDİR Bu meslekteki deneyimim şunu öğretti bana: Kamu kurumların başarı ya da başarısızlıklarında, siyasi irade baş sorumludur. Bürokratlar ne kadar yetkin ve yetenekli olurlarsa olsunlar, siyasi iradenin bakış açısının ve tercihlerinin dışına çıkamazlar. Şayet, 1994-1999 yılları arasındaki sosyal güvenlik başarısızlığını sorgulayacaksak, oklarımızı dönemin başbakanları Tansu Çiller’e ve rahmetli olan başbakanlar Necmettin Erbakan’a, Mesut Yılmaz’a, Bülent Ecevit’e ve yukarıda adını saydığım 11 bakana yöneltmemiz gerekir. Adil ve hakkaniyetli olan tutum budur…

ENFLASYON VE FAİZE 180 DERECE ZIT BAKIŞ

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın faize bakışını yıllardır biliyoruz. Açık konuşuyor, düşüncesini hiç saklamıyor. Dünya üzerinde tek bir uygulama örneği olmayan, dolayısıyla sınanmayan “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” şeklinde özetlenen ekonomi teorisini sıklıkla dile getiriyor. Mevcut Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’dan önceki iki başkan Murat Uysal ve Murat Çetinkaya’yı atama ve görevden alma nedeni tamamıyla bu teoriye olan tutkusuydu. Çetinkaya, 2018 Ağustos ayında yaşanan rahip krizi ve sonrasında yaşanan döviz hareketliliğinde alması gereken hızlı aksiyonları alamamıştı. Dövizdeki tırmanış, enflasyon rakamlarına adeta tsunami gibi yansıyınca, çok gecikmeli faiz artışı kararı vermiş, ancak çok geç kalmıştı. “ARKADAŞI DEĞİŞTİRDİK” Sonraki aylarda enflasyondaki düşüş sonrasında bu kez de faizleri indirmekte geç kalınca bir gece yarısı kararnamesi ile görevden alınmış, yerine Murat Uysal getirilmişti. Erdoğan, bu görevden almayı yorumlarken, Çetinkaya’yı kast ederek “Arkadaş faizleri indirmemekte ısrar etti. Dediğimizi yapmadı. Biz de yapacak bir arkadaşı (Murat Uysal) getirdik” diyordu. Yine kartları açık oynuyordu. Murat Uysal, gerçekten de Cumhurbaşkanı’nın ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın bir dediğini iki etmeyen arkadaştı. Ama maalesef o da yaranamadı. Geldiği gibi, bir gece yarısı kararnamesi ile gitti, yerine Maliye eski Müsteşarı Naci Ağbal geldi. TCMB iki adımda faizlerde 8,75’lik artışa gitti. Şimdi… Geçen perşembe Merkez Bankası faiz oranlarında değişime gitmezken, ertesi gün TÜGİAD toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı, faize yönelik eleştirel tavrını sürdürdü. Yorumları bırakalım, -eskilerin deyişi ile- evrak üzerinden konuşalım mı? BASIN BÜLTENİNDE YAZAN… Merkez Bankası’nın perşembe günü açıkladığı faiz kararının detayları, web sitesinde yer alan basın bülteninde ayrıntısıyla yer aldı. Bu metinde, “Para Politikası Kurulu, 2021 yıl sonu tahmin hedefini (yüzde 9.40’lık enflasyon tahmini) dikkate alarak, enflasyonda kalıcı düşüşe ve fiyat istikrarına işaret eden güçlü göstergeler oluşana kadar sıkı para politikası duruşunun kararlılıkla uzun bir müddet sürdürülmesine karar vermiştir.” deniliyor. Yani ne demek istiyor TCMB? “Enflasyonda kalıcı düşüş olmadan faizler inmeyecek” diyor… Bu tutumunu “kararlılıkla ve uzun süre devam ettireceğini” vurguluyor. Cumhurbaşkanı ile paranın patronu konumunda olan TCMB arasında faize bakışta 180 derece zıt görüş ayrılığı görülüyor. Bu zıtlık, Türkiye gibi yabancı sermaye yatırımlarına büyük ihtiyaç duyan bir ülke için kolayca sindirilecek bir durum değil. Lütfen kendinizi Türkiye’ye yatırım yapmaya hazırlanan bir yatırımcı yerine koyun. YATIRIMCI NE DÜŞÜNÜR? Merkez Bankası başkanlarının gece yarıları görevlerinden alındığı, siyasi irade ile “bağımsız” olması gereken para politikası ile arasında bu derece farklılık olan bir ülkeye yatırım yapar mısınız? Merakımızı çeken soru ise şu: Naci Ağbal’ın Başkanlığındaki TCMB Yönetimi, kendilerini o göreve getiren siyasi iradenin tercihlerine / baskılarına dayanabilecek, faiz ve para politikası ile ilgili kararlarını piyasa gerçeklerine uyumlu şekilde verebilecekler mi? Yoksa “Enflasyon henüz düşüş eğilimi sergilemiyor” diyerek, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ünlü teorisinin tam aksi bir politikayı daha ne kadar sürdürecek? Türkiye’ye yatırım bekleyenler için on puanlık sınav sorusu bunlar. Acil cevap bekleyen sorular…  

İZMİR ADLİYESİ’NİN KARŞI KALDIRIMINDA ÖLÜMLE DANS…

30 Ekim 2020 günü yaşadığımız 6,9 şiddetindeki depremin yaralarını hâlâ sarmaya çabalıyoruz. 114 insanımızın hayatını kaybettiği depremde 17 binanın yıkılması, facianın boyutlarını sınırlasa da, başta Bayraklı ilçesindekiler olmak üzere, yıkılmayı bekleyen onlarca ağır hasarlı bina bulunuyor. Bu binalardan ikisi, İzmir Bölge Adliye Mahkemeleri’nin bulunduğu dev kompleksin Kuzey Kapısı’nın hemen karşı kaldırımında yer alıyor. Konak Belediyesi tarafından etrafı tel örgü ile çevrilerek insanların yaklaşması engellenen iki bina, adeta üflense yıkılacak durumda. AYAKTA ZOR DURUYOR Tel örgüyle ayrılan alana hemen her gün binadan bir sıva parçası düşüyor. Ağırlıklı olarak tekstil atölyelerinin faaliyet gösterdiği binalar depremden hemen sonra boşaltılırken, kolonlarındaki patlaklar çıplak gözle seçilecek kadar derinde. 21 Ocak gecesi yaşanan 4,7 şiddetindeki depremde ise binalardaki çatlaklar daha da büyümüş ve taşıyıcı kolonlar adeta balon gibi şişmiş durumda. Kimsenin yaklaşmaması ve acil olarak yıkılması gereken binalardan birinin altında yer alan otomobil servisi ise faaliyetlerini kesintisiz sürdürüyor. Çalışanların ve müşterilerin adeta ölümle dans ettiği servis, mesai saatleri içinde tıklım otomobil dolu. Her gün bu binanın önünden onlarca hâkim ve savcı geçiyor. Orta şiddetteki bir depremde bile yerle bir olması an meselesi olan bu binalarda yaşanabilecek olası facianın sorumlusu kim olacak merak ediyorum. YETKİLİLERİ GÖREVE DAVET Konak Belediyesi mi yoksa Çevre Şehircilik İzmir İl Müdürlüğü mü? Ya yetkilileri harekete geçmeleri konusunda uyarmayan yargı organlarımız? Her gün gözlerinin önünde yaşanan bu duruma, facia yaşandıktan sonra tespit yapmak için mi vaziyet edecekler? Bu soruları sormak hakkımız olsa gerek… Konak Belediye Başkanımız Abdül Batur’u ve Çevre Şehircilik İl Müdürü Ömer Albayrak’ı göreve davet ediyoruz…  

SAYIN ZİYA SELÇUK’UN BU AFİŞLERDEN HABERİ VAR MI?

Cumhuriyet gazetesi, güzel bir gazetecilik çalışmasına imza atarak, Diyarbakır’ın caddelerindeki billboardlarda yer alan seçmeli din dersi duyurularını haberleştirdi. Haberin güzel olması, “özel” olmasında yatmıyor. Yüz binlerce insanın gözünün içine sokulan bu duyuruları, kimse ulusal basının gündemine getirmeye cesaret edemediği için, haberi yazabilen doğal olarak öne çıkıyor ve tebriği hak ediyor. “Dersimi seçiyorum dinimi öğreniyorum”, “Seçmesi bir dakika faydası iki dünya!” sloganlarıyla hazırlanan afişlerde “Ortaokul ve liselerde din, ahlak ve değerler alanı seçmeli dersler seçim süreci başlamıştır” hatırlatması yapılıyor. Son başvuru tarihinin de 22 Ocak olduğu belirtiliyor. Afişlerde İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Müftülük ve İmam Hatipliler Derneği’nin (ÖNDER) logosu da kullanılıyor. TERCİH ETMEYENE “FAYDA” YOK Afişte yazılana göre, seçmeli din dersini tercih etmeyenler, hem bu dünyada hem ahirette fayda görmüyor. Bakanlığın müfredata koyduğu 24 seçmeli dersten sadece üçü için adeta devlet seferber oluyor. Okul müdürlerine gönderilen mesajlarda, bu dersleri seçen öğrenci sayısında düşüş yaşanması “zaaf” olarak nitelendiriliyor. Bakanlık ve İl Milli Eğitim’in her okuldan verileri isteyeceği belirtiliyor, velilerin yönlendirilmesi konusunda aba altından sopa gösteriliyor. Pekâlâ bu sopa işe yarıyor mu? Ne dersiniz? Haberi okuyunca İzmir’in merkez ilçeleri ve Ödemiş’te görev yapan branş öğretmeni üç arkadaşımla detaylıca konuştum. Bu öğretmenlerin üçü de Doğu ve Güneydoğu’da zorunlu hizmetlerini tamamlamış ve görev yaptıkları şehirler ile bağlantılarını koparmayan eğitimciler. Ortalama kıdemleri yirmişer seneye yaklaşıyor ya da geçiyor. Her üçünün buluştuğu ortak nokta, İzmir özelindeki devlet okullarında (ortaokul ve lise) seçmeli din dersini seçme oranında dikkat çeken bir düşüş yaşandığı şeklinde. Bana verdikleri bilgilere göre, benzer bir durum Doğu ve Güneydoğu’daki okullarda da yaşanıyor. Velilerin ve öğrencilerin tercihi, Anadolu liselerinde yabancı dil, meslek okullarında ise teknik seçmeli derslere yönelim artıyor. Doğru olan da bu… SORULMASI GEREKENLER… Çocuklarımıza refah seviyesinde yaşayabilecekleri bir gelecek düzeni sağlayabilmek için, mesleki eğitim başta olmak üzere tüm sistemin çağdaş normlara göre dizayn edilmesi gerekiyor. Çocuklarımıza ahiret vurgulu zorunluluklar yerine, “Bu dünyada hangi meslekte başarılı olacaksın?”, “Yetenek ve yetkinliklerini nasıl geliştireceksin?”, “Mesleğinde küresel ölçekte geçerli bir seviyeye ulaşmak için neler yapmalısın?” sorularını sordurmamız gerekiyor. Bu ilginç duruma, eğitim işkolundan gelen ve profesör unvanı olan Milli Eğitim Bakanımız Sn. Ziya Selçuk ne diyor çok merak ediyorum…

HAFTANIN SÖZÜ

Düşmanını affetmemiş kişi, henüz yaşamın en yüce zevkini tatmamış demektir. Johann Lavater