Çocukluğumda büyüklerimden dinlediğim bir öykü ile başlamak istiyorum bugün. İbrikçiyi bilir misiniz ibrikçiyi. Hiç duymuşluğunuz var mı? Yok galiba. Öyle ise anlatayım. Çok eski zamanlarda, bir umumi tuvaletin dış kapısının önündeki sandalyede ufak tefek bir adamcağız oturmakta, hemen yanı başında da içeri girenin temizliğini yapması için ağzına dek suyla dolu, birbiri ile tamamen aynı boy ve ebatta yan yana dizilmiş ibrikler varmış. Gelen kişi ibriklerden birini alır almaz bizimki seslenmiş: ”Hop hemşerim, sen onu bırak şunu al”. Adam söyleneni yapıp, elindekini gösterilenle değiştirmiş. Az sonra bir başkası ve elbetona da aynı muamele, “sen bırak bakayım o elindekini, şu ortadakini al ”. Bu kişiden de itiraz gelmemiş ve elindeki ibriği kendisine işaret edilenle değiştirmiş. Durum böyle sürüp giderken bizimki herhangi bir ibrikle içeri girmeye hazırlanan kabadayının birine de malum cümleyi söyleyince kabadayı adeta kükremiş : “Ne farkı var yahu bunların birbirinden, ibrik değil mi alt tarafı, hepsi birbiri ile aynı değil mi?“ Bizimki kendinden oldukça emin, üstelemiş. “Biz burada niye oturuyoruz ki kardeşim.” Doğru ya. Niye oturuyor ki ibrikçi orada. Ancak mülakat ile liyakat arasındaki maçın halen sıfıra karşı ciddi farkla mülakat lehine sonuçlandığı bir dünyanın zihniyeti, göğsündeki şampiyonluk yıldızlarına her geçen gün yenisini eklerken ibrikçiye kızmak da biraz anlamsız sanki. Soran var mı niye orada oturuyor diye? Hele futbol dünyasına kene gibi yapışmış öyle çok ibrikçi var ki say say bitmez. Köpek Vural diye bilinen biri vardı mesela. Anadolu’da gittiğiniz bir ilçe stadının kapısında sizi karşılayıp hakem odasına dek nezaret eder, içeri girildiğinde gariban hademeyi “neden hocamıza limon ve maden suyu gelmemiş”diyerek bir güzel azarlar, “hocam bir emriniz olursa söylemeniz yeter, ben hemen eksikleri gidereyim“ deyip çıkardı odadan. 

MIŞ GİBİ YAPANLAR

Güler geçerdiniz ne insanlar var diyerek. İşin aslı öyle değilmiş meğer. Beyimiz kapıdan çıkar çıkmaz tribünde oturan para babası ancak biraz saf yöneticiye başparmağı ile okey işareti yapar, yönetici de hakemin satın alınmasından memnun, içi rahat izlermiş maçı. Kendisinden maç öncesi belli miktar parayı kapmış olan köpek Vural maçı ev sahibi kazanırsa “gördünüz mü başkanım, hoca nasıl da ince ince işledi maçı ” der, aksi bir sonuçta ise sözde hakem “valla sizinkilerde ceza sahasında bir türlü usturuplu düşemediler ki penaltıyı çalalım” dedi deyip iade edermiş aldığı parayı. Ne güzel değil mi, günlük kazancı yüzde elli ihtimale ve biraz da kısmete bağlı bir iş. Ruhunuz duymadan satılmanız da cabası. Bir başka örneğimiz ise “mış gibi “yapanlardan. Şeref tribününün en gözde ve havalı sorularından biridir; Hocam hakemler hangi bölgeden. Çok lazımmış gibi ille de sorulur. Şimdi iyi dinleyin. Yıllar önce ülkemizde dünya çapında bir organizasyon var ve 16 ünlü hakem de dünya kupasına son hazırlık olsun diye FİFA tarafından gönderilmiş. Hadi gözünüzün önüne getirin. İki yabancı ülke takımı ve hakemler taç çizgisi kenarında seremoni için dizilmiş durumda. Maçın hakemi Afrika kıtasından Gana ‘lı Sowe, yaklaşık 1.90 boyunda siyahi bir hakem. Yardımcıların biri Senegal diğeri Kongolu ki eh onlar da doğallıkla siyahi. 

GİZLİ PAZARLAMACILAR

Takım elbiseli, muhtemelen etkili ve yetkili bir zat geldi, önce üst düzey hazirunu güzelce selamladı, sonra bir azamet oturduktan sonra bize dönerek efsane soruyu sordu : “Hocam hakemler hangi bölgeden? “ Hadi buyurun beyefendiye cevap veriniz lütfen. Sizce bu zat-ı muhterem neyi “mış gibi” yapmış olabilir efendim? Benim bildiğim futbol ayakla oynanır ama futbola el sürenlerin onu “ayak oyunu” şeklinde yorumlamalarına hiç şaşırmamak gerek. Hatta at izi it izine öyle karıştı ki futbolda kim kimdir, ne iş yapar, futbolun hangi unsurudur bilemiyoruz. Hele bir de gizli pazarlamacılar var ki bakın onlar da bir başka âlem. “Ali bende, sana üçe vereyim, sen de sizin başkanı ayarla, Necmi’yi bizim Muharremin takımına beşe veriversin.” Hani Allah’tan ellerinde kırbaç olmadığından kendilerine köle taciri diyemeyeceğimiz için şanslılar ama bu onları da lüzumsuz adamlar kadrosunda saymamıza engel değil. Şu hale bakın, laf nerede nereye geldi, ibrikçiden girdik pazarlamacılardan çıktık. Yerim az o yüzden şık takım elbise üniversitesinden diplomalı yönetici havasıyla kulübü borçlandıran lüzumsuzlara girmeyeyim. Zaten bu gibilere kelime ayırmak bile çok lüzumsuz. Şimdi bu yazının bize yararı ne oldu kardeşim derseniz diyeceğim o ki, liyakat denilenin bir arpa boyundan öteye geçmesine imkân yok. Okumuşsun, yeteneklisin, çalışkansın, niyetin yaşadığın dünyayı bir adım ileri götürmek ama karşına heyula gibi dikilmiş ruhu yitik, ite kaka birbirini bulmuş bir yığın, “her şeyi bırakıp git de senin yerine geçeyim”dercesine gözlerini yüzünün tam ortasına dikmiş vaziyette. Bekliyorlar. Bekliyorlar evet sessizce ve sabırla, gitmeni. Hiç konuşmuyorlar çünkü dudaklarından döküleceklerin, çok ses çıkaran boş teneke misali kendilerini rezil edeceğinin farkındalar. Sırtlarını sıvazlayan bir başka lüzumsuz adamın kanadı altında ne denirse yapmak suretiyle oradan oraya savrulup gidiyorlar. Bu yüzden futbol arenasında dolaşan siz değerli sporseverler, sizler en iyisi maçınıza gidin, bulursanız futbol izleyin, devre arası yarım ekmek arası tükürük köfteye devam ve hatta tezahüratı da tepine tepine doyasıya yapın ki dökülmedik kurt kalmasın. Yalnız bir yandan da gözünüz çevrede olsun efendim, zirabu zamanda kimileri bırakınız oyuncuyu, sizi dahi lüzumsuz bulup taraftar değişikliğine gidebilirler.