Etrafı sanatla güzelleştirmek tartışmaya açık bir konu. Örneğin antik Yunan felsefesinde sanata karşı şüpheli görüşlerin olduğunu biliyoruz çünkü sanat, kimilerince, insanı hakikatten uzaklaştıran bir uğraş olarak yorumlanıyordu. Bunun yanında güzel kavramının öznel mi yoksa nesnel mi olduğu da felsefenin tartıştığı sorulardan bir tanesi. Nesnel bir güzelliğin hayalini kurmak ve teorilerini geliştirmek de gayet masum ve yapıcı bir girişim. Bu tartışmaları şimdilik bir kenara bırakıp 2016 yılında çekilen, ressam Maud Dowley’in kişiliğine, zor ve artrit acılarıyla geçen hayatına, sanatına odaklanan Maudie filmine bakalım. Maud Dowley’in içinde bulunduğu kötücül çevreyi hem kişiliği hem de sanatıyla nasıl güzelleştirdiğini gözden geçirelim. Belki de bu, sanatın nesnel özellikler de taşıyabileceğinin bir örneğidir.
KÖTÜCÜL ÇEVREDE GÜZELLİĞİN KEŞFİ
Kötü şartlarda geçen günlerde güzelliği keşfetmek, hatırlamak ve fark etmek zordur. Parayı her şeyden çok seven bir abi, baskıcı bir teyze, kendisine hem psikolojik hem fizyolojik şiddet uygulayan bir eş üçgeninde yaşayan ressam Maud, eşiyle yaşadığı evi resimle değiştirmeye başlar. Basit şeylere hayretle bakan Maud, bir ayakkabıda, gündüzde, tavukta, atta, bir çiçekte güzelliği görür. Öncesinde cansız halde olan yerleştiği ev, kendisinin algı dünyası ile birlikte canlanmaya başlar. Evi boyarken canlı renkler kullanması, günlük hayatın içinde bulunan doğal güzellikleri camlara ve duvarlara aktarması evin aurasını tamamıyla değiştirir. Bu değişim, hayata sinirli olan kocası Lewis’in de psikolojisini olumlu yönde değiştirir. Maud, Lewis’in içindeki iyiliği bile görür ki bu, kendini sinematografide de belli eder. Maud’un iyimser, yapıcı dünya algısının sanatına nasıl yansıdığını, sanatın çevreyi daha güzel ve iyileştirici bir yapıya dönüştürdüğünü fark ederiz ki Lewis, Maud’un, “ne kadar mükemmel olduğunu” fark edemediğinin itirafını yapar. Maud, etrafı sanatıyla yeniden inşa eder.
BASİT BİR GÜZELLİK
Günümüzde güzellik, olabildiğince kompleks halde. Kişinin kendi güzelliğini gerekçelendirdiği ihtiyaçlar bir kenarda dursun, beğeni yetimiz körelmiş durumda. Büyük ve pahalı galerilerde sergilenen sanat eserlerinin basit ayrıntılarda bulunabileceğini unutmuş durumdayız. Avrupa kültürüyle kıyaslarsak, kıyıda köşede duran galerilere de sahip değiliz. Gösterişli gözükmek için neler yapmıyoruz ki? Maud Lewis hem yaşamında hem de sanatında doğallığı, gösterişsizliği hatırlamamıza yardımcı olmadı mı? Unutulmuş bir basitlikten güzel bir dünya kurma örneği değil miydi çizdiği resimler, kurduğu mekan? Kötücül koşullara rağmen, gösterişsiz ve saf bir iyilikle etrafını güzelleştirmedi mi ressam? Maud’un sanatı bir direniş değil, bilinçli bir yaşamda güzel, iyi ve saf bir yüreğin sesini dinlemesinde saklıydı. “Fazlasını istemiyorum” demişti Maud, “bir fırça.. pencereleri seviyorum..pır pır eden bir kuş..arılar..hayatın tümü çoktan çerçevelenmiş.”. Güzelliği kaotik, gösterişli bir düzende kurmaktansa, doğallıkta, sanatta ve yapıcılıkta aramamız faydalı olmaz mı sizce de?