Ufak çocuğuyla “tüm gün evde olmanın” nasıl bir his olduğu sorusuna karşılık, sanatçı anne karakterinin içinden şu cevabı vermek geçer Nightbitch (2024) filminde:
“Mutlu olmak isterdim ama bunun yerine sıkışmış hissediyorum, kendi yarattığım hapishanede kendime işkence ediyorum… toplumsal normların ve cinsiyetimden beklentilerin beni zorladığını hissediyorum. Sürekli kızgınım. Bunu sanatıma yansıtmak isterdim ama şu an aptalın tekiyim. Bir daha asla akıllı ya da mutlu olamayacağım diye korkuyorum.”
Anne, içinden geçenleri dürüstçe dışa vurmak yerine “seviyorum”, “bayılıyorum” gibi alışılmış cevaplarla soruyu geçiştirir. Bu sahne, günlük yaşantımızda içimizden geçenleri söylememe yönelimimizin bir temsilidir. Düşüncelerimizi ve duygularımızı olduğu gibi paylaşmak yerine toplumun, ilişkilerin, güçlülerin veya ‘kurumsal’ yaşamın gerektirdiği cevapları vermek, kendimiz olma özgürlüğünü elimizden alır. Bu durum da içsel çöküntüye sebebiyet verebilir. Nightbitch filmindeki anne karakteri de kendi öz dünyasına, hayvansı doğasına ve sanatçı kişiliğine geri dönmeden önce bu durumun yarattığı çöküntüyü yaşamıyor mu? Bu çöküntüyü ise kendi animalizminde ve sanatıyla aşmamış mıydı?
ANİMALİZM VE SANAT
Animalizm düşüncesinin tanımlarından biri de insanın aynı zamanda bir hayvan olduğudur. Daha ilkokul sıralarında öğretirlerdi “insan düşünen bir hayvandır.” diye. Aristoteles’ti sanırım. Doğanın parçasıyız. Bazen fazlasıyla ‘insan’ olduğumuzu düşünüyorum. İlkel duygularımızı ve dürtülerimizi yok sayıyoruz. Bu dürtülerden birinin de sanat olduğunu unutuyoruz. Neandertallerin bile sanat yapıp yapmadıkları arkeologlar, sanat tarihçileri, antropologlar, akademisyenler arasında tartışma konusu. Varoluşumuzda sanatı da barındırıyoruz. Toplumda sanatsal ifade biçimininin yaygınlaştırılarak her kesime dağıtılması, kişilerin öznel deneyimlerini tüm dünyaya açık etmesine yardımcı olamaz mı? Sanat sayesinde kendimizi çoğunluktan ayıramaz mıyız?
ÇOĞUNLUĞA DİRENMEK
Filmde anne, aynada kendine bakarken, “bugün seni hangi cehennem bekliyor?” diye sorar. İçindeki ilkel doğa, sanatsal yaratım istenci ve özgür olma dürtüsü kendini dışa vurmak için bekler. İçsel dünyayla uğraşırken annelik yapmak zordur. Gereklilikleri yerine getirmek sıkar. Sonuçta karıncalar ya da arılar gibi yaşamamız imkansız gibi görünür. Dücane Cündioğlu’nun bir videosunda Kant’tan alıntı yaptığı gibi “insanın toplumsal bir yanı olması kadar topluma direnen bir yanı da vardır.”. Bizler bu direnen yanımızı unutuyor gibiyiz. Bu dirençten destek alarak özgürlüğümüze kavuşabilir miyiz? Belki de Nightbitch filminin bize gösterdiği gibi kendimizi dışa vurmakta korkulacak bir şey yoktur. Bu korku, kabul görmeme endişesidir. Anne, kendi doğasına döndükçe, sorunlu günleri geride bırakmaya başlamadı mı? Belki kendi halimizle de seviliriz, kabul görürüz. Sanatımızı, hayal dünyamızı ve kendimize ait yaşam tarzımızı ortaya koyarız. Bu seçeneği de unutuyor gibiyiz. Keanu Reeves’in hatırlattığı gibi 8 milyar nüfusu aşan bir dünyada tek bir kişinin veya bir grubun bizi garipsemesi, dışlaması hatta sevmemesi neyi eksiltir ki?