Zamanın, her şeyin üzerinden geçtiğini görürüz. Paslanmış bir demir, eski bir apartman, beklemekten üzerinde bitkiler çıkmış bir araba, solan çiçekler, yaşlanan insanlar ve hayvanlar; öyle görünüyor ki zamanın, nesneleri eskitme özelliği vardır. İçine giren her şeyi yok ediyormuş hissine kapılırız. ‘Doğanın geleneği bu’ demekten başka yapabileceğimiz bir şey yoktur. Elimiz kolumuz bağlı, bazen telaşla bazen de sakince, zamanın bize neler yapacağını veya zamanla neyi yapabileceğimizi bekleriz. The Substance (2024) filmi ilk bakışta, erkek egemen ortamda bir kadının yaşadığı dram olarak okunabilir. Bu okuma, yanlış değildir. Filmde de gördüğümüz gibi karar verici makamın kendisi erkeklerdir. Yine de filmin derinlerinde, zamana karşı gelme dürtüsü, yaşlanan, güzelliğini ve işini kaybeden bir kadının bu dürtüye ve gerçekliğe yenik düşmek istememesinin başına açtığı korkunç olaylar vardır. Filmi izlerken daimi başarı, sonsuz güzellik ve kabul görme isteğinin, güzelliği günden güne nasıl çürüttüğünü düşünmekten kendimizi alıkoyamayız.
TOPLUMSAL PRANGALAR
Baş karakter Elisabeth, o kadar ünlü ve zengin olmuştur ki rahat ve güzel bir hayat geçirebileceği yerde bu şöhreti devam ettirmenin hırsıyla, başkalarının kendi hakkında ne düşündüğünü takıntı yaparak, güzelliğini bir ucubeye çevirmiştir. Naomi Watts, David Lynch’in ölümünün ardından konuşurken, belki de hepimizin yaşadığı, beynimizde yer etmiş bir programlanma durumunu hatırlatır: Yeteri kadar iyi değilim, yeteri kadar güzel ve seksi değilim, ben şuyum, ben buyum; içimizde olumsuz bir programlama dili vardır. Oysaki Stoacılar, Kinikler gibi felsefi okullar bize, diğerlerinin hakkımızda ne düşündüğünü umursamamamız gerektiğini Antik Yunan döneminden beri hatırlatırlar. Epiktetos, İçsel Huzur İyi Yaşamın Kapısını Açar kitabında, hafızam beni yanıltmıyorsa, “en büyük içsel hedefimize doğru” vazgeçmeden yol almamız gerektiğini yazmıştır. Bu hedef elbette Elisabeth’in hedefi değildir. Tufan Kıymaz’ın ‘Stoacılık ve Ateizm’ videosunda hatırlattığı gibi en büyük prangaları toplum takar. Çoğu zaman diğerleri, bizi kontrol altına alır. Özgürlük, şimdiki zihniyetiyle varlığını sürdüren diğerlerinden ayrılmaktan geçmez mi?
GÜZELLİK NASIL YARATILIR?
Stanford Felsefe Ansiklopedisi ‘Güzel’ kavramının temel problemlerinden birinin, güzelliğin öznel mi yoksa nesnel mi olduğunu yazmıştır. Nesnel bir güzelliğin hayalini kurmak ve varlığına inanmak gerçekten rahatlatıcı. Belki de nesnellik, içsel ve dışsal tartışmaların sonunu getirirdi. Filmde de reklamların sunduğu gibi kişinin “daha iyi bir versiyonuna” ulaşma umudu yerine, bize hatırlattığı gibi “unutmayın, siz birsiniz” önermesine kafa yormamız dünya için daha faydalıdır. “Bir” olduğunu anlayamayan insanlık, filmdeki karakterler gibi yalnızca kendini besleme hırsıyla, yaratabileceğimiz güzelliğin önünü kapatır. Elisabeth, hep olmak istediği yerde, sahnede, “Bu hâlâ benim” diyerek kabul görmeye çalışırken, ‘bir olamamanın’ neye dönüşebileceğini göstermedi mi bize? Belki de güzellik, ancak birbirimizi destekleyerek yaratılabilir.