Dünyayı sarsan korona virüs mücadelesinde bir yılı devirdik, ikinci yılda hızla ilerliyoruz. Tabii, hastalık da yerinde durmuyor. Vakalar azalacağına, giderek artıyor. Hem vatandaş, hem de yetkililer...

Dünyayı sarsan korona virüs mücadelesinde bir yılı devirdik, ikinci yılda hızla ilerliyoruz. Tabii, hastalık da yerinde durmuyor. Vakalar azalacağına, giderek artıyor. Hem vatandaş, hem de yetkililer ne yapacaklarını şaşırmış durumda. Hastanelere bakıyorsunuz hem covid servisleri test yaptırmaya gelen insanlarla dolup taşmış. Bir yandan da aşı olmak ve bu illetten kurtulmak isteyenler metrelerce sıra olmuş bekliyor. Yatakhaneleri ve yoğun bakımları ise bilmiyoruz. Çünkü oralara girmeyi bile istemiyoruz. Sadece ve sadece dostlarımız veya hiçbir zaman Allah göstermesin bir yakınımız rahatsızlığında yolunuzun düştüğü zaman hastanenin halini anlıyorsunuz. Ambulansların biri geliyor, diğeri gidiyor. Özel giysileriyle telaş içindeki sağlıkçıları gördükçe içiniz “cız” ediyor. Daha dün bir hastane polisimiz, görev yaptığı yerde hastalığa yakalanıp hayatını kaybetmiş. Gencecik yaşta bir insanın kaybına mı yanarsınız, orada alınmayan tedbirlere mi? Aşı olsaydı belki hayatını kaybetmeyecekti. Bilemezsiniz ki. Mukadderat işte. Son normalleşme tedbirleri açıklanırken yazmıştık ve “Henüz erken, hazır vakaları düşürmüşken açılmayalım. Biraz daha sabır” demiştik. Ama olmadı, çevreden ve sektörlerden gelen baskılara dayanılamadı. Malum kongrelerle de vakalar tavan yaptı. Son rakamlar, vaka sayımız 55 bini geçerken, vefat sayımız da 258 oldu. Dünyada da üçüncü sıraya yükseldiğimiz söyleniyor. Yani ipin ucunun bir kez daha kaçtığı anlaşılıyor. Okullarımız açık, üstelik öğretmenlerimiz de aşılanamadı. İzmir Tabip Odası’nın iddiası, “aşılamanın iyi yönetilemediği” yönünde. Haksız da değiller hani. Toplumdan işleri gereği ayrı olamayan insanların, bilhassa görevlilerin öncelikle aşılanması gerekmiyor mu? Örneğin, polisler, otobüs ve dolmuş şoförleri, İZBAN ve Metro’daki gişe görevlileri. Bu neden düşünülemez anlam veremiyorum. Zaman durmuyor, hızla ilerliyor. Memleketimize ulvi bir hava getiren geleneksel dini aylarımızdan Ramazan yeni haftada başlıyor. Bence bu kutsal ay, 30 günlük süre korona virüsle mücadelede bir fırsat olabilir. Türkiye, nefislere çekidüzen verilen bu ayda tam kapanmalıdır. Nasıl olsa teravih namazlarının toplu halde camilerde kılınması söz konusu olmayacak. Çok yerinde bir karar. Eh toplu iftarlar da yasak. Öyle normal zamanda olduğu gibi otellerde, çadırlarda iftar sofraları kurulamayacak. Gerekirse belediyeler ve Kızılayımız evlere servis yapacak. Ülke insanını çoğunluğu da oruç tutacağına göre, Ramazan’da tam kapanma bir fırsat olacaktır. Bu sayede salgının hızını belki kesebiliriz. Aman ha siz siz olun, toplu iftarlar yok diye sakın ha bu geleneği evlerinize taşımayın. Hısım akraba, konu komşu, site ve apartman içi bir araya gelerek iftarlar düzenlemeyin. Vallahi lütfen inanın bu işin şakası yok. Hala, “Bize bir şey olmaz” mantığı ile üzerimize kondurmadan yaşamamıza devam etmeyelim. Bir bakmışsınız nereden geldiğini anlamadan korona virüs sizi yakalamış. Allah korusun, “Olmaz olmaz” demeyin. Bu hem kendinize hem de topluma yapılmış en büyük kötülük olur. Dünyayı saran bu beladan ne zaman kurtuluruz onu Allah bilir. Bize düşen sebeplere yapışmaktır. Gereken yasaklara uyup önlemleri alırsak, bu illeti yenebileceğimizden eminim. İşte o zaman, pek mümkün değil ama eski hayatımıza ve alışkanlıklarımıza dönebiliriz. Yoksa korkarım, bu ister Allah’tan geldiğine inanın, isterse “birileri üretmiş bunu, dünyaya salmış” diye düşünün, inanın bu insanlığın kökünü kurutacak bir illet. Süper güçlerin nükleer silahları bile bu kadar etkili olamazdı. Dilerim insanlığın bilgi ve birikimi koronayı yener. Yoksa kıyamet budur.