Değerli dostlarım bilindiği gibi dünya üzerinde 8 milyardan fazla insan yaşamaktadır.  Bu durum bizimle aynı görüşte olsun veya olmasın 8 milyar ayrı görüşün ve aynı sayıda farklı siyasal ideolojinin var olabileceğini göstermektedir.

Geçmişten beri insanlar; beslenme, barınma ve üreme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik faaliyetler içerisinde olmuşlardır.  Temel ihtiyaçların karşılanması ve ardından üretim artısının sağlanması, insanlar arasında yeni ideolojilerin temelini atmıştır. Bu durum insandan insana farklılık göstermektedir. Üretim artısıyla zenginleşen bir birey ile kendi yaşamını sadece ürettiği ürün ile devam ettiren insan arasında bazı istisnalar olsa da siyasal görüş ve dünyayı algılayış açısından farklılıklar mevcut olur.

Sosyalizm, kapitalizm gibi siyasal ideolojilerle farklılıklar olduğu gibi. İnsanlık ailesi, yaşanan tarihi zaman sürecinde hem doğal hem insan ürünü birçok gelişim ve değişimle karşılaşmıştır. Örneğin; ateşin bulunup kullanılması gibi…  Şehir devletlerinin kurulması insanların kabileler haline gelmesine ve birlikte hareket etmesine yol açmıştır. Böylece aslında kolektif yaşam biçiminin başladığı görülmüştür.  Buna rağmen tüm insanların aynı görüşte olması elbette mümkün olmamıştır. Fakat aynı görüşte olmayan insanların kendi kabilelerine uygun olması zorunluluğu çevrenin etkisiyle görülmüştür.  Nitekim Jean Jack Rousseau’un belirttiği gibi “İnsanlar, hür doğar; fakat tümüyle zincire vurulmuşlardır.”

Aynı görüşe sahip olmasalar bile birlikte yaşama zorunluluğu insanlar arasında toplumsal bir sözleşmenin olmasını zorunlu kılmıştır.

Bu sözleşmeye göre: insanlar, sahip olduğu hakların bazılarından feragat etmek zorunda kalmışlardır. Bu haklar, yasalar ile sınırları belirlenmiş belli bir havuzda toplanmıştır, yani insanlar, bağlı oldukları topluluğun yararına kendilerine ait bazı haklardan vazgeçmişlerdir. Böyle birlikte yaşama konusunda güçlü olan ile zayıf olan ve varsıl olan ile yoksul olan arasında güç dengesi kurulmuştur.

Siyasal ideolojiler arasında temel sayılacak bu hakların verdiği güç; insanların fikirlerini rahat ifade etmeleri konusunda faydalı olmuştur. Daha öncesinde hayatlarına tümüyle ilahi güçlerin hâkim olduğu insanlar kendi aralarında da birtakım siyasal ideolojiler tesis etmişlerdir.

Bu yeni ideolojiler; insanlık için yeni ufuklar açtığı gibi yeni tartışmalarında temelini oluşturmuştur. Üretim artısının sağladığı faydalar neticesinde; güçlü devletler ekonomik anlamda güçlenerek emperyalist politikalar izlemişlerdir. Bu amaçla izledikleri politikalar bölgesel veya küresel savaşlarında sebebi olmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı ve ardından yaşanan İkinci Dünya Savaşı bu politikaların neticesinde yaşanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın nedeni her ne kadar milliyetçilik olarak gösterilse de asıl nedenin siyasal birliklerini tamamlayan ülkelerin izledikleri emperyalist politikalar olduğu görülür. Devamında yaşanan İkinci Dünya Savaşı ise yine aynı temelli yaşanmıştır. Bu savaş sonucunda yaşanan yıkım ülkeler arasında bir nevi bloklaşma süreci başlatmıştır. Bu bloklaşma süreci yine emperyalist ideolojiler karşısında birleşme ve aynı siyasal ideolojiye sahip ülkeler arasında birlik sağlamaya yönelik olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan bloklaşma süreci dünyayı kapitalizm ve komünizm adı altında iki kutuplu bir dünya yaratmıştır.  Bu kutuplaşma süreci ülkeler arasında ticari ve siyasal iletişimi arttırmıştır. Asya da bulunun Japonya ve Çin gibi güçlü ekonomiler bu iki kutuplu siyasal sistemlerin dışında kalmışlardır. Siyasal anlamda bu tarz birlikteliğin yaşandığı ülkelerde istisnaların olduğu da göz önünde tutulmalıdır. Günümüzde de benzer siyasal sistemlerin etkili olduğu fakat alternatif başka görüşlerin olduğu da göz önünde tutulmalıdır.