Mesut Kara, sinema tarihi, film eleştirisi, belgesel yönetmenliği dahil birçok alanda sinemaya emek veren bir isim. Ş...

Mesut Kara, sinema tarihi, film eleştirisi, belgesel yönetmenliği dahil birçok alanda sinemaya emek veren bir isim. Şimdilerde Klaros Yayınları’nın Sinema Kitaplığını yönetiyor. Bütün eserlerini yeniden baskıya hazırlayan Kara ile neler yaptıklarını ve son kitabı ‘Hayatımız Sinema’yı konuştuk. Kara, sinemamızın Yeşilçam döneminin uzun bir süre adeta sömürü aracı haline getirildiğinin altını çizerek, “Televizyonlarda daha az Yeşilçam filmi gösteriliyor, medyada Yeşilçam haberlerine daha az yer veriliyorken, artık Yeşilçam dönemi eskisi gibi prim yapmıyorken kim niye yazsın?” dedi. - Öncelikle Klaros Yayınları ile yaptığınız iş birliğinden söz eder misiniz? Künyede ‘Bütün Eserleri’ ibaresi yer alıyor, zira… 2008 yılında şair ve müzik insanı Lokman Kurucu öncülüğünde oluşturulan ‘Kaos Çocuk Parkı Yayın Kolektifi’ (KÇP) yapılanmasından evrilen ve markalaşan bir yayınevi olan Klaros Yayınları, şiir, öykü roman, deneme, anı gibi edebiyat türlerinde kitaplar yayınlamayı sürdürüyor. 2010 yılından bu yana çalışmalarından haberdar olduğum KÇP ekibinden Lokman Kurucu, ilk tanıştığımız, konuştuğumuz günlerde yayınlanan sinema kitaplarımın önemli kaynak kitaplar, ‘değerli’ çalışmalar olduğunu söyleyip “Senin yeni kitaplarını da, baskısı tükenen kitaplarını da basarız” demişti. Sözünde durdu ve ilk olarak 2019 Mayıs’ında ‘Mülksüz ve Çıplak’ın yeni baskısını yaptı Klaros Yayınları’ndan. Geçen yılın başlarında da (Şubat 2020) ‘Devlet, Toplum ve Sinema’yı yayınladı. 2020 Kasım’ından itibaren de Klaros Yayınları-Bütün Eserleri Serisi’nden ‘Mesut Kara’nın Bütün Eserleri’ başlığı altında ilk kitabımdan başlayarak baskısı tükenen bütün kitaplarımı ve yeni kitaplarımı yayınlıyor. Bu kısa tarihçeden sonra soruya dönersek, Lokman Kurucu’nun zaman zaman dillendirdiği ‘yayınlanan sinema kitaplarını başka imzalarla, çalışmalarla daha da zenginleştirelim, proje çalışmalar yapalım, bir sinema kitaplığı oluşturalım’ düşünce ve önerisini kabul ettiğimde kendimi ‘Klaros Sinema Kitaplığı Serisi’nin başında ve çalışmanın içinde buldum dizinin editörü olarak. - Kişisel bir soruyla devam edeyim. Sinema eleştirisi, belgesel ve sinema tarihi konusunda takip ettiğim kadarıyla 30 yıldır ciddi emek veren bir isim olarak, emeğinizin karşılığını alabildiniz mi? Maddi olarak bu ülkede emeğinizle çalışarak hiçbir alanda, özellikle, kültür-sanat alanında emeğinizin karşılığını alamazsınız. Benim gibi baştan böyle bir karşılık gelmeyeceğini, önemli paralar kazanılamayacağını bilerek, maddi bir beklentisi olmadan iş üretenler manevi anlamda beklediklerinin üzerinde alabiliyor yaptığı işin karşılığını. Özellikle televizyonlarda hamasetle, duygu sömürüsüyle, hırsızlıkla, ikiyüzlülükle iş yaparsanız, büyük paralar kazanabilir, sınıf atlayabilirsiniz. Beklentisi bu yönde olan çok insan gördük yudum yudum insan öğütüp göbeğini de, banka hesaplarını da şişiren. Devir rant devri onlar için, gemisini yürüten kaptan… -Kitabınızda eski zaman sinemalarının mekânları ve kent dokusu içindeki yerini de ele alıyorsunuz. Kitabın en kişisel bölümleri bunlar. Siz kendinizi anlatan bir film çekseniz ya da çekilirse hangi mekândan başlamasını istersiniz? Hayatımda mekânların ayrı ve önemli yerleri oldu hep, yazılarıma da yansıdığı gibi, ilk ve en önemlisi sinema salonlarıydı. Bu nedenle beni anlatan bir filmin Kartal’da kömürlükten bozma bir kışlık sinemada, perdeye Yılmaz Güney’in ‘Aç Kurtlar’ filminin görüntüleri yansırken ya da bir açık hava sinemasında film arasında gazoz, ‘Alaska-Frigo’ satılırken başlamasını ve bir ‘Cinema Paradiso \ Cennet Sineması’ benzeri bir hikâyenin anlatılmasını isterdim. - Bu kitabınızda da sinemamızın geleneksel dönemi (Yeşilçam) önemli bir yer tutuyor. Oysa son dönem sinema yazınımızda artık bu dönemin günden güne daha az ele alındığı da vakıa. Benimle bu görüşü paylaşıyorsanız, sinemamızın bu döneminin ele alınmamasının düşünsel, teorik hatta moral değerler konusunda yarattığı sıkıntılar için neler söyleyeceksiniz? 1990’lı yıllar birçok nedenle Yeşilçam sinemasının yeniden keşfedildiği yıllardı. Bu yeniden keşif sürecini özellikle paparazzi mantığıyla yaptıkları televizyon programlarında içi boş bir nostaljiye, modaya ve ranta çevirenler oldu. Çünkü kendi söyleyişleriyle ‘Yeşilçam hazır bir malzemeydi’ onlar için. Bunu kendileri de ‘Biraz oportünistçe ama…’ diye anlatıyorlardı yaptıkları söyleşilerde. Ama devir ‘Abdurrahman Çelebiler’ devriydi. Bu süreçte Yeşilçam’la ilgili epey iyi çalışmalar da yapıldı; kullanıp sömürenler de oldu. Süreç devrini tamamladı. 1990’dan sonra yeni ve başka bir sinema oluşmaya başladı. Yeşilçam tekrar meraklıları, ilgilileri dışında gündemin dışında kalmaya başladı. Televizyonlarda daha az Yeşilçam filmi gösteriliyor, medyada Yeşilçam haberlerine daha az yer veriliyorken, artık Yeşilçam dönemi eskisi gibi prim yapmıyorken kim niye yazsın, program yapsın ki? Bakın televizyonlarda Yeşilçam programları yapan sömürgenler farklı farklı alanlara yöneldi. - Kitaptaki ‘üçlemeler’ bölümü dikkatimi çekti. Açıkçası 1960-80 arası dönemde sinemamız en teknik yönetmeninin bile en azından bir defa toplumsal sorunlara eğilme gayreti gösterdiğini görüyorum. Bu anlamda, söz konusu dönemin aydın ya da teknik sinema insanlarının bu nitelikte olmasını neyle açıklıyorsunuz? 1960’ta başlayan süreç ve yaşanan toplumsal koşullar farklı ve özeldi. 50’lerde başlayan sinemanın köylere kadar yayılması, geniş halk yığınlarının beğenisini kazanması da sonraki süreci etkiledi. Metin Erksan, Ö. Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Memduh Ün, Halit Refiğ, Duygu Sağıroğlu gibi öncü yönetmenlerin toplumsal sorunları ele alan filmler yapması bir kapıyı açmış, toplumsal gerçekçi filmler akımını başlatmıştı. Tabii bunda Vedat Türkali gibi senaristlerin de payı, katkısı büyüktü. Bu dönemde edebiyatta, sinemada, müzikte sanki bir aydınlanma çağı yaşanıyordu. Köy Enstitülü halkçı, aydınlanmacı yazarlar, müzik insanları ve sinemacılar yetişmişti ve baskıcı toplumsal koşulları ürettikleriyle yansıtan, itiraz eden bir toplumsal muhalefet safı oluşmuştu. Sinemada da 60’lı yıllarda Metin Erksan’ın, 70’lerde Yılmaz Güney’in başlattığı yolda çok sayıda aydın, sinemacı –yönetmen, senarist, teknik eleman- yetişti, saflara katıldı. - Özellikle Sinan Çetin’in ‘Propaganda’, Derviş Zaim’in ‘Filler ve Çimen’ gibi filmlerinin siyasal-politik atmosferin ağırlığını etkileme konusunda bir başarısı olmuş mudur? Yaşadığımız son birkaç haftalık videolar, açıklamalar, itiraf ve ifşaalar süreci gösterdi ki, ne yazık ki kültür-sanat alanı da dâhil bütünüyle muhalefet etkisiz eleman konumunda. Gündem belirleyemediği gibi, gündeme müdahil olup yönlendiremiyor da. Sedat Peker videolarıyla başlayan süreçte on milyonlarca insan tarafından izlenen, gündem belirleyen, iktidarı sarsan, kişileri sıfırlayan videolar söz konusu. 1980’den bu yana ‘kendiliğinden gelişip patlayan’ Gezi süreci dışında muhalif güçler yaptıkları işlerle ne yazık ki ülkede hiç bu kadar etkili olamadı. Sinan Çetin’in ‘Propaganda’, Derviş Zaim’in ‘Filler ve Çimen’ gibi filmler de, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareketsiz ve sessiz yaşayan toplumda siyasal-politik atmosferin ağırlığını etkileme konusunda bir başarı elde edemedi. Mesut Kara, Hayatımız Sinema, Klaros Yayınları, 2021