Recep Çöl’ün ikinci romanı “Şelale-Korsan Aşk” sosyal güvenlik sisteminde var olan çarpıklıkları grevler, mitingler, özelleştirme süreçleri üzerinden başarıyla anlatıyor

“Narin” adlı şiir kitabı ve “Yasımı Tutmayın” adlı romanla edebiyat ortamına adım atan Recep Çöl, ikinci romanı “Şelale- Korsan Aşk” ile okuyucuyu bir kez daha toplumsal adaletsizliğinin nedenleri üzerine düşünmeye çağırıyor. Bu sefer kadın bir karakteri şiirsel bir anlatımla konuşturan Çöl, aslında bir direnci yazıyor. “Şelale-Korsan Aşk” romanının karakterlerinin bilgece konuşmalarının tesadüf olmadığını kaydeden Çöl, “Çünkü acılar ve zor yaşam koşulları, insanları sadece fiziksel olarak güçlendirmiyor. Telaffuz, vücut dili, edebi bakış açısı ve sözlü savunma refleksini de geliştirir, kuşkusuz. Yoksa neden en büyük mektep; ‘hayat’ densin ki?” dedi. Sözü Recep Çöl’e bırakıyoruz.               
-Sayın Çöl, ikinci romanınız “Şelale-Korsan aşk” başkarakteri kadın olan bir eser. Erkek bir yazar olarak bir kadın kahramanı işleme, konuşturma, harekete geçirme konusunda zorlandınız mı?
Zorlanmak eyleminin; bende verimsizlik evresine geldiğini, hiç yaşamadım desem yeridir. Senin de farkına varmış olacağını düşünmekteyim ki, Şelale karakteri; yaşamsal ve iletişim açısından yeteri kadar, donanımlı bir profildir.  

-Konu ilk romanınızdaki gibi yine ülkemizdeki sosyal güvenceden yoksun, adıyla söyleyecek olursak “güvencesiz” insanların mücadelesini içeriyor. Uzmanlık alanınızı epey konuşturmuşsunuz. Romanda sosyal güvenceye dair bilgilerin okuyucuda nasıl bir etki yaratmasını beklersiniz?
    
Muradım; sadece okuyucuyu etkilemek değildir. Bir bütün olarak emekçi kesiminin canına ot tıkayan 24 Ocak kararlarını itham ediyorum. Çünkü Turgut Özal öncülüğünde genel çerçevesi çizilen, özelleştirme virüsü bu ülkeye bulaştıktan sonra, iktidar olan partiler; sermaye sınıfına hizmet etme noktasında, kötülükte sınır tanımayarak bir biriyle yarışırcasına, sosyal güvenlik sisteminin azı dişlerini(!) sökmede yeteri kadar, bu ülkenin emekçilerine ihanet etmişlerdir.

-İlk romanınızın adı “Yasımı Tutmayın”dı. “Şelale”nin 40. sayfasında “Hocam ya hayallerimin intikamını alırım yâda benim yasımı tutarsın” cümlesinin geçtiği bir diyalog görüyoruz. Romanlarınızdaki karakterlerin ortak kaderlerine mi dikkat çekiyorsunuz yoksa edebi anlamda bir devamlılığa mı atıf yaptınız?
    
Ben romanlarımdaki karakterleri ve işlediğim konuyu biraz da evrene benzetirim. Evrende nasıl ki toprak, su, güneş (ateş) ve rüzgâr dörtlüsü olmazsa olmazdır. Şelale de acılarıyla, travmalarıyla, hayatını tırnaklarıyla söküp almasıyla ve hukuksuzluğun “hukukunun” gazabına uğrayışıyla; bir bütünsellik arz etmektedir. Hal böyle olunca da “ya zafer, ya ölüm” son derece meşruşlaşmaktadır. Tam da burada Şelale’yi romanın sonunda mahkûm edip, özellikle emekçiler ve direnenlere de, bir hayal kırıklığı yaratmaması için, yazar ve danışmanı olan avukat Fuat Tatlı ile hukuki bilgilerini devreye sokarak Şelale’nin tutuksuz yargılanmasını sağlamıştır.

SÜMERBANK’A VEFA

-Romanda Sümerbank’ın özelleştirilmesi epeyce bir yer tutuyor. Sümerbank’ın toplumsal ve ekonomik hayatımızdaki yeri de…. Okuduğum kadarıyla özelleştirme konusu (özellikle Sümerbank) romanınızda söz edilen bir vaka değil unutuşa terk edilen Sümerbank’ı yazmak kahramanınızı bununla ilgili konuşturmak size ne hissettirdi?
     
Hani denilir ya “sanatçı her zaman muhaliftir” Ancak buradaki duruşum; “muhalif “liğin çok daha ilerisinde bir duruştur. Bu duruş; genelinde halk adına, özelindeyse de, sınıfsal anlamı olan benim dünya görüşümün resmedilişidir. Özelleştirmelere karşı oluşumun betimlenişidir. Sınıfsal inadıma armağan ettiğim;  suyun dahi işlemeyeceği çelik çekirdektir. Toparlayacak olursam; kamudaki nafakamı kazandığım kutsal kuruluş olan Sümerbank’a karşı ahde vefa borcumun bir zırnığını bile olsa yerine getirebilme hissidir.            
-Yine Ankara’da emekçilerin büyük mitinginin ayrıntılarıyla anlatılmış olması da dikkat çekici. O dönem sosyal güvenceyle ilgili değişikliğin yoğun olduğu bir yıldı. Bu miting bugün sendikaların, mücadele eden emekçilerin hafızasında ne kadar yer alıyor?
Şimdiki sendikalar ve üyeleri, senin de bildiğini düşündüğüm gibi, eylemlerdeki talepleri; sadece ekonomiktir. Hatta son yıllarda özlük hakları için bile sokağa çıktıkları yok. Oysaki sınıfsal talepler; işçi sınıfı için asla taviz verilemeyecek ilkesi olmalıdır. Örneğin: ülkemizde cereyan eden ve toplumun yarıdan fazlasını derinden üzen “hukuk tanımamazlık” mutlak manada sendikalar tarafından, gerekirse genel grevler şeklinde karşılık bulmalıdır.

YAZARIN PENCERESİ

-Ofisinizin penceresi Konak Pier’e ve denize bakıyor. Romanda bu pencereden dışarıya yazarın hüzünlü bakışları da var. Bu pencereden İzmir’e bakmak konusunda neler söyleyeceksiniz. 
-O pencere, sadece yazarın hüzünlere açılan bir pencere değildir. Sokakları yalnızca “sokak” olarak görmek çok kısır bir bakış açısıdır. Sokaklar aynı zamanda insan profilinin bir laboratuvarıdır. Yani o küçük pencere, yazar için insan profilini; önce beyninin gri kıvrımlarına daha sonrada sanatına nakşetmesine yardım etmektedir.    
-Romanda dikkati çekici isimlerden biri de Haşmet Karayılan. Güçlü bir kişilik ve romanda umut olgusunun sembolü gibi. Ne söylersiniz Haşmet için?
Haşmet Karayılan’a yazar tarafından verilen “genel eğitim dairesi başkanlığı (genel eğitim sekreterliği) unvanı, tesadüfi bir unvan değildir. Başka bir daire başkanlığı (sekreterlik) verilmiş olsaydı, negatif anlamda hemen sırıtırdı. Ayrıca Haşmet Karayılan’ın doğduğu yerin tarihi orta geçmişte, bölgesel işgale uğrayan bir coğrafya olması ve bilindiği gibi tarihsel olarak 1920’de Fransızlar’ın Antep’e girmesiyle, yurt savunmasında emperyalistlerin işgalcilere karşı savaşırken şehit düşen molla Mehmet Karayılan kökeninden gelmektedir. 
     Yazar, Haşmet Karayılan’ın donanımlı bir kişilik olması için gerekli alt yapıları oluşturmuştur. Bu karakterin genel özellikleri romanın ilgili bölümlerinde anlatılırken, başta fiziksel yapısına ek olarak, eğitimi ve anatomik yapısının sağlam ve isabetli cümleler ile vurgulanması nedeniyle, okuyucunun “evet bu kişide lazım olan her şey var” duygusunun oluşturulduğunu düşünmekteyim.          

SEVGİNİN KUDRETİNE İNANÇ

-Romanda karakterlerinizin tümü aforizma yüklü konuşuyor. Şelale’nin sert ve tatlılık arasında ama nasılsa hüznü de hissettiren bir üslubu var. Kahramanlarınız neden bu kadar feylesofi…

-Osmanlı Türkçesi’nde feylesof olarak geçen ve Fransızca’da filozof olarak türetilen bu kelimeye en uygun tanım “bilge” kişi olmalıdır, kanısındayım. Emeğinin ve aklın kudretine inanan Şelale, kendi deyimiyle “ben yüksek ilkokul mezunuyum” sözü, birçok soruyu yanıtlayabilir. Fakat konuyu biraz açmak iyi olacak gibi görünüyor. Şelale, aşka ve sevgiye hep yarım kalan, onun eksikliğini derinden hissetmesine ek olarak “albeni” özelliğine rağmen kalbinin beyaz atlısını uzunca bir süre bulamamış, romanımın başkarakteridir. Başa güreşen bu karakterin; sevginin kudretine ve onun yüceliğine olan inancı, zaten romanda sıkça konu edilmektedir.  
     Başta Şelale olmak üzere, diğer karakterlerin tamamı, hayatın sarp kayalarına(!) başlarını çarpa çarpa; pamuk iplikle tutundukları yaşamlarını kavileştirme çabasında olan insanlardır. Tamda burada Şelale’nin “ben yüksek ilkokul mezunuyum” sözü diğer karakterler için de geçerlidir, demek hiç de abartı olmaz…
     Şelale’nin daha ergenlik dönemindeyken başına gelenlerin; ancak pişen bir tavuğun başına gelebileceği oldukça üzücü bir durumdur. İnanıyorum ki, okuyucu romanımı okuduktan sonra bana hak verecektir. Çünkü acılar ve zor yaşam koşulları, insanları sadece fiziksel olarak güçlendirmiyor. Telaffuz, vücut dili, edebi bakış açısı ve sözlü savunma refleksini de geliştirir, kuşkusuz. Yoksa neden en büyük mektep; “hayat” densin ki?                 
    YAZARIN NOTU:
Sevgili Mazlum Vesek, bu röportaj süresince benimle yaptığın yolculuğundan dolayı sana çok teşekkür ederim. Senin vesilen ile oluşturulan röportajımız sayesinde, ulaşabildiğim bütün okuyuculara en derin sevgilerimi iletiyorum. Hoşça ve dostça kalınız.

Recep Çöl