Türkçe edebiyatı takip edişim genelde yeni yayımlanan kitaplar üzerinden oluyor. Ancak, kabul etmek gerekir ki, son yıllarda süreli yayın konusunda edebiyatımız çok canlı. Gazete bayilerinde ve kitape...

Türkçe edebiyatı takip edişim genelde yeni yayımlanan kitaplar üzerinden oluyor. Ancak, kabul etmek gerekir ki, son yıllarda süreli yayın konusunda edebiyatımız çok canlı. Gazete bayilerinde ve kitapevlerinde sayısız dergi şiir, öykü, deneme ve diğer alanlarda deneyimli ve genç kalemlere alan açıyor. Bunların hepsini takip etme imkanım yok. Ancak, buradan doğru bana ulaşan yazın alanında çaba gösteren arkadaşlar da oluyor. Hülya Karaaslan’ı yıllardır tanırım. Edebi üretimleriyle ilgili sohbet ettiğimizi hatırlamıyorum. Geçtiğimiz günlerde bana yolladığı iki kısa öykü onun bu konudaki gayretini görmemi sağladı. Öncelikle şunu belirteyim, yaşı ve eğitimi ne olursa olsun bir şeyler yazma uğraşısı hem kişinin hem toplumun hayatına değer katar. Bu ürünlerin kaliteli ve estetik bir düzeyde olması da kültürel evrenimizi güçlendirir. Hülya Karaaslan’ın öykülerini de bu anlamda umut vadeden ürünler olarak görüyorum. Karaaslan’ın “Herni” öyküsü 2019 yılı Kasım ayında “Süje” dergisinde yer almış. Diğer öyküsü “Gecenin Hüneri”ni yayımlanmadan bana gönderdi. Bir edebiyat dergisinde yayımlanmasını bekliyordu. Yayımlanıp yayımlanmadığından haberim yok. “Herni” öyküsü bir ameliyat öyküsü. Hastane ortamı görece anlatılıyor. Ama daha çok ameliyat masasındaki Herni’nin psikolojik durumu ele alınıyor. Karaaslan’ın sanıyorum yayımlanan ilk öyküsü. Ele aldığı konu bakımından zor bir yerden başladığını söylemek mümkün. Uzmanlık terimleri içeren bir meseleyi ele almak hata yapmaya açıktır. Yazar, terimleri çok fazla kullanmamakla beraber bunları yerli yerinde kullanmayı başarmış. “Kurgusal bir zamanın ve mekanın içinde olduğunu düşündüğü pek an olan” Herni’nin masada an an çektiği acıyı ve ruhsal yolculuğunu başarılı bir şekilde anlatmış. Diğer öykü “Gecenin Hüneri” aşağı yukarı aynı kısalıkta; ama derdini anlatmayı başaran bir çalışma. Karaaslan, bu öyküde güncel bir konuya, kadın cinayetlerine değiniyor. Kadının cins olarak ezilme durumu ve bunun karşısında gösterdiği direnç, özgürlük mücadelesi elbette kadın eliyle yazıldığında daha güçlü bir duyarlılık ortaya çıkıyor. Karaaslan’ın cümleleri dans etme ve dans eğitimi verme tutkusu olan bir kadını çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Örneğin, “Öğrenciler, minik bedenleriyle ahenkli bir ritmi tutturmak ister gibi dans ediyorlardı. Leyla saatlerce, hiç sıkılmadan onları çalıştırıyor, yol gösteriyor, o adımı öne değil de geriye doğru atmaları gerektiğini hatırlatıyordu” cümlesi Leyla’nın mesleği ve etrafıyla kurduğu bağı anlatıyor. Karaaslan’ın öykülerindeki imge ve tamlama gayreti ondan bir yazar kumaşı olduğunu ortaya koyuyor. Güçlü cümle kurmak için kolları sıvamış durumda. Bu iyi bir şey; ama bir yandan tehlikeli bir şey. Yolun başındaki bir yazarın bazı cümleleri geleceğe bırakması, bazı imgeleri kullanmakta acele etmemesi daha yerinde bir yöntem olur. Öykü veya roman yazmada günümüzün yazarlarının ve yazar adaylarının eksik kaldığı konulardan biri de diyalog yazımı. Kişiler ya da kişileştirilen unsur hakkında yazarın görüş beyan etmesi elbette mümkündür. Ancak, baskın olanın kişinin iç dünyasını diyaloglarla veya içsel konuşmalarla vermek gerçekçilik unsurunu güçlü kılar. Karaaslan’ın güncel konulara eğilebilecek bir yazar olabileceğinin işaretini vermesi değerli; ancak bu konularda sihirli sözcükleri tüketmemek de yazarın geleceği açısından da mühim. Bunun yegane yolu da, iletişim imkanlarının genişlediği bir çağda sokağa, hayata daha fazla kulak kabartmaktır. Hülya Karaaslan ve tüm yazar adaylarına yazı yolculuğunda başarılar diliyorum.