Ülkemizin deprem kuşağında olması, millet olarak sürekli depremlerle yaşıyor olmamıza r...

Ülkemizin deprem kuşağında olması, millet olarak sürekli depremlerle yaşıyor olmamıza rağmen, yetkililer tarafından bir türlü yeterli ve gerekli tedbirlerin alınmıyor olması maalesef can ve mal kaybının kat be kat artmasına sebep olmaktadır. Deprem felaketini yaşadığımız zamanlarda, günlerce, haftalarca, hatta aylarca depremi tartışıyoruz. Tartışmalarımızın ilk sıralarında Japonya’da 9 ve üzerinde meydana gelen depremlerde ölüm olmazken neden ülkemizde 6’nın üzerinde olan depremlerde can kaybımız oluyor? Binalarımız neden yıkılıyor? Ne hikmetse tartışıp tartışıp konuyu kapatıyoruz. Hemen hepimizin bildiği gibi ülkemiz deprem kuşağında. Cumhuriyet dönemindeki en büyük depremler 1939’da Erzincan ve 1999’da Marmara’da meydana geldi. 27 Aralık 1939’da sabahın 2’sinde, 7.9 şiddetinde ve 52 saniye süren depremde, Erzincan ve çevresinde çoğunluğu kerpiç yapıdan oluşan 116 bin civarında bina yıkılmış ve 33 bin vatandaşımız hayatını kaybetmiş. 1939’da en önemli haberleşme aracı telgraf ve telefon direklerinin yıkılmasından dolayı Erzincan ile haberleşme tümüyle kesilmiş, imkânsızlıklardan dolayı felaketin haberi başkent Ankara’ya bir gün sonra iletilebilmiş. Yine zamanın en önemli ulaşım aracı demiryolu. Depremden büyük zarar gören demiryolu, haritadan silinen bir şehir, enkazlar altında kalan binlerce ölü, doktora, ilaca ulaşamayan yaralılar, yiyecek ekmek bulamayan aç susuz, hatta soğuktan hayatını kaybedenlerin de olduğu kaos ve karmaşa ortamı. 60 yıl sonra 17 Ağustos 1999’da, 03:02 de, vatandaşlarımızın en tatlı uykuda olduğu, Yalova, Gölcük, Adapazarı ve çevre illerimizi de etkileyen 7.4 büyüklüğünde Marmara depremi. Elbette Erzincan ile Marmara depremlerinin şartları aynı değildi. Kurtarma ekipleri bölgeye kısa sürede ulaştı. İletişim haberleşme sisteminde de sıkıntı yoktu. Ulaşımda da sıkıntı yoktu. Yardım kuruluşlarımız da organize olabilmişti. 1939’lu yıllar yokluk, kıtlık dönemleriydi. 1999’lu yıllarda Erzincan Depremi’ne kıyasla ülkemizin şartları daha iyiydi ve herkes elinden geleni yapmak için çırpındı. Ve aradan tam 24 yıl sonra 6 Şubat günü, Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi merkezli 04:17'de meydana gelen 7.4 büyüklüğündeki depremden etkilenen 11 ilimiz, yıkılan şehirler, enkaz altında kalan 10 binler, havanın soğuk olmasıyla birlikte sokakta kalan, yiyecek ekmeğe, içecek suya, sığınacak bir çatıya ihtiyaç duyan ve AFAD tarafından yapılan açıklamaya göre 20 Şubat itibarıyla, 41 bin 156 can kaybı. 1999 Marmara Depremi’nden sonra yönetmelikler yayınlandı. Afet yönetimi ve deprem yönetmeliği konularında yeni tedbirler getirildi. Denetleme şirketlerinin yetkileri genişletildi. Mimarlar mühendisler diyor ki; kağıt üzerinde her şey mükemmel ancak yönetmeliğe uygun mu değil mi diye işini düzgün yapan, denetleyen yok. Şimdi millet olarak neye yanalım? Mevzuata uygun yapılmayan binalara mı? Deprem bölgesine geç ulaşan yardımlara mı? Milletimiz göçük altında can derdindeyken yağma-hırsızlık yapan şerefsizlere mi? Annesiz babasız kalan öksüz yetimlere mi? Yaralanan, sakat kalan, hayatını kaybeden 10 binlerce canımıza mı? Soruyorum. Bu vebal kimin? Bu laçkalık umursamazlık, son olsun. Ahmet Doğruyol